10 Nisan 2012 Salı

Abdülmecid Han


Babası.................... : Mahmûd Han-II
Annesi.................... : Bezm-i âlem Sultan
Doğumu.................. : 25 Nisan 1823
Vefâtı..................... : 25 Haziran 1861
Tahta Geçişi............ : 1 Temmuz 1839
Saltanat Müddeti..... : 21 sene
Halîfelik Sırası......... : 96
Osmanlı sultanlarının otuz birincisi ve İslâm halîfelerinin doksan altıncısı. Sultan İkinci Mahmûd Han’ın oğlu olup, 25 Nisan 1823 târihinde Bezm-i âlem Vâlide Sultan’dan doğdu. Mükemmel bir tahsîl gördü ve iyi derecede Fransızca öğrendi. Avrupa’da yayınlanan neşriyatı yakından tâkib eden Abdulmecîd Han yenilik tarafdârıydı. Babasının 1 Temmuz 1839’da vefâtı üzerine tahta çıktı.

Genç yaşta pâdişâh olan Abdulmecîd Han’ın devlet idaresinde yeterli tecrübesi yoktu. Buna karşılık babasının başlattığı ıslâhat hareketlerini devam ettireceğini îlân etti. Fakat bu sırada devlet ileri gelenleri arasındaki rekabet ve kıskançlık son safhada idi. Sultan İkinci Mahmûd Han’ın cenaze merasimi sırasında Meclis-i vâlâ-yı ahkâm-ı adliyye reîsi Koca Hüsrev Paşa, sadrâzam Mehmed Emin Rauf Paşa’dan 2 Temmuz 1839’da mühr-i hümâyûnu zorla alıp, kendini sadrâzam îlân ettirdi. Bu sırada Osmanlı, Mısır ile muhârebe hâlinde idi. Bu sebeble sultan Abdulmecîd Han mes’eleyi kurcalamadı ve Hüsrev Paşa’nın sadrâzamlığını kabul etti. Sultan Abdulmecîd Han Mısır mes’elesini hâlletmek istediğinden. Mısır vâlisi Mehmed Ali Paşa’ya Köse Akif Efendi’yi göndererek af ettiğini bildirdi ve ordu ve donanmaya harekâtı kesme emri verdi. Bu esnada Nizib bozgunu haberi İstanbul’a gelmişti. Çanakkale boğazı açıklarında bulunan Osmanlı donanmasının kaptanı Âhmed Fevzi Paşa, rakibi olan Hüsrev Paşa’nın sadrâzam olmasından çekinerek, emrindeki donanmayı Mısır’a götürüp Mehmed Ali Paşa’ya teslim etti. Bu yüzden kaptân-ı derya Ahmed Fevzi Paşa hâin ve firârî lakaplarıyla tanındı. Kısa bir süre sonra da Nizip’te Osmanlı ordusu kumandanı Hâfız Mehmed Paşa’nın, Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın kuvvetleri karşısında büyük bir bozguna uğradığı haberi geldi. Böylece ordusuz ve donanmaşız kalan Osmanlı Devleti karşısında cesaret alan Mısır vâlisi, Sultan ile anlaşmaya yanaşmadı.
Sultan Abdülmecîd Han, devleti bu zor durumdan kurtarmak için çâreler aradı. Avrupa’dan yeni dönen Mustafa Reşîd Paşa’nın telkinleri ile Avrupa’nın yardımını sağlamak için Gülhâne Hatt-ı Hümâyûnu adı ile meşhur olan tanzîmât fermanının yayınlanmasını kabul etti. Mustafa Reşîd Paşa’nın 3 Kasım 1839 günü, Gülhâne meydanında bizzat Sultân’ın da hazır bulunduğu bir topluluk önünde okuduğu hatt-ı hümâyûn ile Tanzîmât-ı Hayriyye îlân edildi. Böylece on altı yaşındaki genç ve tecrübesiz hakan, İngiliz elçisinin te’siri ve teklifi ile mason Reşîd Paşa’nın hazırladığı Gülhâne Hatt-ı Hümâyûnu’nu îlân etmekle koca Osmanlı Devleti’nin yıkılma ve yok olma devrine bir kapı açmış ve bu hatâsı devlete ve millete çok pahalıya mâl olmuştur. Böylece tanzîmât ile Avrupa’nın üstünlüğü kabul edilmiş oldu. Sultan üçüncü Selîm ve İkinci Mahmûd hanların yenilik teşebbüslerinde Osmanlı geleneklerinin ve İslâm’a bağlılığının devamı için bâzı gayretler sarfedilmesine karşılık, bu ferman ile girişilen yeniliklerde Avrupa’yı her hususta model almak esas ve bu durum da memlekette her alanda görülen ikiliğe sebeb oldu. Bâzı iç ve dış hâdiseler neticesinde îlân edilen tanzîmât fermânı Avrupalılara yaranmayı ve onların desteğini sağlamayı gaye edinmişti. Ancak ne onlara yaranılabildi, ne de destekleri sağlanabildi (Bkz. Tanzîmât).
Tanzîmât fermanının yayınlanmasından sonra Mısır’a karşı İngiltere’nin ön ayak olması ile, Mehmed Ali Paşa’yı tutan Fransa dışarıda bırakılarak, Osmanlı, İngiltere, Rusya, Prusya ve Avusturya devletleri Londra’da bir araya geldi ve 15 Temmuz 1840’da Londra andlaşması imzalandı. Buna göre, anlaşmaya imza koyan devletler Mehmed Ali Paşa’ya onar günlük iki ültimatom vereceklerdi. Mısır vâlisi ilk on gün içinde Osmanlı donanmasını İstanbul’a yollayacak, Girid, Adana, Suriye, Lübnan, Hicaz’ı boşaltacak, oğullarına intikâl suretiyle Mısır, Sûdan ve kayd-ı hayât şartıyla Filistin, Mehmed Ali Paşa’ya Osmanlı Devleti’nin vâlisi olarak verilecekti. Buna uymadığı takdirde ikinci on gün içinde Filistin alınacak, sâdece Mısır-Sûdan verilecek, buna da riâyet etmezse Mısır da ondan alınacaktı. Andlaşmayı imzalayan dört devlet bu iş için gerekti askeri, pâdişâhın emrine vereceklerdi. Ültimatomlar, hâriciye müsteşarı Sâdık Bey vasıtasıyla, Mısır vâlisine bildirildi. Mehmed Ali Paşa bu ültimatomları kabul etmediğini bildirdi.
Hâriciye nâzırı durumu derhâl diğer devletlere bildirerek, gereğinin yapılmasını istedi. Rusya ile Prusya Londra andlaşmasının şartlarına uymayarak asker göndermedi. İngiltere ve Avusturya, Bâb-ı âlînin taleb ettiği askeri ve filoları yolladı. Osmanlı kuvvetleri ile birleşen müttefik kuvvetler, 1840 senesi Eylül ayında Beyrut’a çıktı. Mehmed Ali Paşa’nın oğlu İbrâhim Paşa, Beyrut yakınlarında kesin şekilde mağlûb edildi. Suriye ve Filistin halkına kötü davrandığı için, halk, İbrâhim Paşa aleyhine ve Osmanlı lehine ayaklandı. Osmanlı askeri 16 Ekim 1840 günü Trablusşam’a, 4 Kasım 1840 günü Akka’ya, 13 Kasım 1840 günü Haleb’e, 29 Aralık 1840 günü Şam’a girdi. İbrâhim Paşa, Mısır’a kaçıp canını zor kurtardı. İki yüz bin kişilik ordusundan sâdece altmış bin kişisi kurtulabildi. Osmanlı ordusu Mısır topraklarına girdiği sırada, İngilizler Osmanlı Devleti’ne oyun oynadı. Londra andlaşmasına göre Mehmed Ali Paşa’nın Mısır’dan çıkarılması gerekiyordu. 27 Kasım 1840 günü Mısır ile İngiltere arasında yapılan anlaşma ile, Mehmed Ali Paşa, ikinci ültimatomun şartlarına uyacağını bildirince, İngiltere Bâb-ı âlî’den Mısır ile Sudan’ın ırsî olarak Mehmed Ali’ye bırakılmasını istedi. Bundan maksadları, ileride Mısır’ı yalnız bırakıp, işgal etmekti. Bunun üzerine Reşîd Paşa, sultan Abdülmecîd’e 24 Mayıs 1841 günü Mısır fermanını yayınlattı. Bu ferman, 1914 senesine kadar Mısır’ın bir çeşit anayasası olarak kalmıştır. Fermana göre, artık Mısır, Osmanlı pâdişâhı tarafından tâyin edilen Kavalalı hânedânı mensuplarınca idare edilecekti. Mehmed Ali Paşa, fermanın bir fıkrasına göre herhangi bir hükme aykırı davranış hâlinde, Mısır’ın Kavalalı sülâlesinden alınacağını bildiği için fermana aynen uydu. Böylece, Osmanlı Devleti’ni senelerdir uğraştıran, zayıf düşmesine yol açan Mısır mes’elesi, İngilizlerin arzu ettiği şekilde hâlledildi. Sultan Abdülmecîd Han, 1842’de Mehmed Ali Paşa’ya vezirliğin üstünde sadâret payesi verdi. Bu paye ondan sonra gelen vâlilere de verildi. Mısır vâlisi protokolde, hânedân üyeleri, sadrâzam ve şeyhülislâmdan sonra, devletin üçüncü büyük görevlisi olarak yer aldı.
Mısır mes’elesi hâlledildikten sonra, 13 Temmuz 1841’de Osmanlı, İngiltere, Rusya, Fransa, Avusturya ve Prusya devletleri Londra’da tekrar bir araya gelerek Boğazlar andlaşması imzalandı. 1833’de Ruslarla imzalanan Hünkâr iskelesi andlaşmasının hükümlerini ortadan kaldıran bu andlaşmaya göre, Karadeniz’de sahili bulunan Rusya ve Osmanlı devletlerinden başka hiçbir devlet, bu denizde donanma bulunduramıyacaktı. Hiç bir harp gemisi boğazlardan geçip Marmara’ya giremiyecekti. Harp hâlinde boğazlardan geçecek yabancı devletlere âit harp gemilerini Osmanlı Devleti tâyin edecekti. Böylece Rus donanması Karadeniz’de habsolunmuş oluyordu. Rusya’nın böyle bir andlaşmaya imza koymasının başlıca sebebi, İngiltere’nin dostluğunu kazanarak sulh yolu ile Osmanlı topraklarını bölüşmekti. Fakat İngiltere, Fransa’yı Ortadoğu’da etkisiz hâle getirip, Mısır mes’elesi ile Osmanlı Devleti üzerinde bir çeşit ekonomik, siyâsî ve kültürel vesayet kurmak ve elde ettiği imtiyazlı durumu paylaşmak istemediğinden, Rusya ile beraber hareket etmek istemiyordu. Ayrıca Hindistan ve Hind yolu için tehlike gördüğü Osmanlı Devleti’ni Rusya ile meşgul ederek Hindistan’da ve Ortadoğuda istediğini yapıyordu.
Mısır mes’elesinde yenilgiye uğrayan Fransa, Lübnan’a musallat oldu. Burada bulunan katolik mârûnî kabîlesini, Lübnan’daki haçlılar devri Fransız hâkimiyetinin hâtırası saydığından, kendisini Suriye sahillerinin vârisi kabul ediyordu. Kışkırtmaları sonunda 1843’de Lübnan’da mârûnîler ile dürzîler arasında çarpışmalar başladı. İki kabîle arasındaki çarpışmalar şiddetli bir şekilde devam ederken, 1845 senesinde Osmanlı hükûmeti bâzı tedbirler atarak Fransız kışkırtmalarını önlemeye çalıştı. Lübnan dağlarında birisi mârûnîlere, diğeri de dürzîlere âit otonom iki kaza kuruldu ve bunlar Sayda vâlisine bağlandı.
Tahta geçişinin ilk senelerini iç ve dış olaylar ile uğraşmakla geçiren sultan Abdülmecîd, devleti kısmen huzura kavuşturdu. Islâhat işleri ve iç mes’eleler ile uğraşmak imkânını buldu. 24 Haziran 1844 târihinde halka yakın olmak, beldeleri bizzat görmek için seyâhata çıktı ve deniz yoluyla İzmit, Mudanya, Bursa, Gelibolu ve Çanakkale’ye gitti. Daha sonra Limni, Midilli ve Sakız adalarındaki kaleleri ziyaret etti. 1846 senesi Nisan ayı ortalarında devlet işlerini yerinde incelemek üzere karayolu ile Tuna kıyılarına gitti. Silistre’den Varna’ya geçti ve deniz yoluyla İstanbul’a döndü. Aynı senenin Temmuz ayında İstanbul’a gelen Mısır vâlisi Mehmed Ali Paşa’nın özel ziyaretini kabul etti.
1848 senesinde Avrupa’da başlayan ihtilâller sırasında Fransa’da meşrûtiyet yıkılarak cumhuriyet îlân edildi. Bu sırada Avusturya’da Macarlar, Rusya’da ise Lehler bağımsızlık için ayaklandılar. İsyanı Avusturya ve Rusya çok kanlı bir şekilde bastırdı. Bu durum, Fransız ve İngiliz kamuoyunda Rusya, aleyhine büyük bir tepkinin çıkmasına sebeb oldu. Macar ve Leh milliyetçilerinin liderleri Osmanlı topraklarına girerek hükûmetten sığınma hakkı istediler. Sultan Abdülmecîd Han, kendisine sığınan müttecîleri, Rusya ve Avusturya’nın savaş tehdidlerine rağmen geri vermedi. Sultân’ın bu hareketi Osmanlı Devleti’nin itibârını çok arttırdı. Rusya ve Avusturya’ya karşı Fransız ve İngiliz ortak desteğini sağladı. Avusturya ve Rusya’da bastırılan isyânlar Osmanlı Devleti’nde memleketeyn (Eflak-Boğdan) denen iki Romen prensliğine de sıçradı. Halk isyân ederek prenslerini tahttan indirdiler. Osmanlı ordusu Romanya’ya girdi. Keçecizâde Fuâd Efendi, olağanüstü hâl müfettişi olarak Bükreş’e gönderildi ve sert tedbirler alındı. Bu durum karşısında Rus ordusu Moldavya’yı işgal etti. 1849 senesinde iki devlet Baltalimanı andlaşması ile işgal ettikleri topraklardan çekildiler. Böylece iki devlet arasındaki anlaşmazlık geçici bir neticeye bağlanmış oldu.
Bir süre sonra Osmanlı Devleti ile Rusya arasında hiristiyanlârın mukaddes yerleri mes’elesi yüzünden savaş kaçınılmaz oldu. İngiltere’yi yeniden kendi tarafına çekmek isteyen Rus çarı birinci Nikola, bu devlet ile Osmanlı toprakları hakkında görüşmeye karar verdi. 9 Ocak 1853’de Sen-Petersburg’un kışlık sarayında verilen bir baloda İngiliz elçisine, Osmanlı Devleti’nin topraklarını paylaşmayı teklif etti. Ancak bu teklif İngiltere tarafından red edilince, Çar “hasta adam” olarak vasıflandırdığı Osmanlı Devleti hakkında tek başına tedbirler almaya kalkıştı. Bunun için 1853 senesi başlarında prens Mençikof’u elçi olarak İstanbul’a gönderdi. Ortodokslar tarafından büyük merasimle karşılanan Mençikof, İstanbul’u te’sir altında bırakacak şekilde hareket etti. Fransa’nın Kudüs’te daha önceleri kazandığı dînî imtiyazları Ortodokslar lehine çevirmek isteyen Mençikof, mukaddes yerlerin bakımı ile Ortodoks tebeanın himayesinin Rusya’ya verilmesini istemekdeydi. İngilizler ise, Hindistan’da yapacakları ihtilâl sebebiyle Osmanlı Devleti’ni Ruslarla meşgul etmek istiyorlardı. Bu sebeble İstanbul’daki İngiliz büyükelçisi olan Stratford Redeliffe, Bâb-ı âlî’ye, muhtemel bir Rus savaşında destek vâdederek, Rus tekliflerinin asla kabul edilmemesini gizlice teklif etti. Böylece mes’elenin diplomatik yoldan halledilmesinin önüne geçti. Bir buçuk ay içinde hiç bir netîce alamayan Mençikof Rusya’ya geri döndü. Böylece iki devlet arasında münâsebetler tamamen kesildi. Rusya harb îlân etmeden, Eflak ve Boğdan’ı işgal etti. Bunun üzerine Mustafa Reşîd Paşa’nın ikna etmesiyle sultan Abdülmecîd Han 4 Ekim 1853’de Rusya’ya karşı harb îlân etti. Böylece 1856 senesi Mart’ında bitecek olan Kırım harbi başladı.
Tuna boyundaki Osmanlı kuvvetleri serdâr-ı ekrem müşir Ömer Paşa’nın kumandasında, Rus orduları ise, prens Gorçakof’un kumandasında idi. Kafkasya’da müşir Abdülkerîm Nâdir Paşa, Rus ordularına karşı gerekli tertibatı aldı. Savaş Tuna cephesinde, Ömer Paşa’nın ustaca idaresi neticesinde Osmanlılar lehine gelişirken, Kafkas cephesinde aynı başarı sağlanamadı. Aynı senenin Kasım ayında Rusya, Sinop’ta bulunan on iki parçalık Osmanlı donanmasını batırdı. Bunun üzerine İngiltere, Rusya ile diplomatik münâsebetlerini kesti. Rus çarının Kudüs’te katoliklere karşı Ortodoksları ayaklandırdığını ileri sürerek, Rusların Akdeniz’e inmesini istemeyen Fransa’yı da yanına alıp, 1854 Mart’ında Rusya’ya resmen savaş îlân etti. İki devlet, Osmanlı Devleti’nin yanında yer aldı. Müttefik ordu, Eylül 1854’de Kırım’a çıkartma yaptı. Alma meydan muhârebesini kazanan müttefikler, Sivastopol’u kuşattılar. Kırım cephesindeki Rus askerlerinin başında prens Mençikof bulunuyordu. Müttefikler Ekim ayı sonlarında Balaklava, Kasım başında ise, İnkerman meydan muhârebelerini kazanarak Ruslara ağır kayıplar verdirdiler. Mençikof üzüntüsünden öldü. Bir çok zaferler kazanan müttefikler. Eylül ayında Sivastopol’u savunan en önemli istihkâm olan Molakof tabyasını ele geçirince, prens Gorçakof, Sivastopol’u boşaltmak mecburiyetinde kaldı. Nihayet, 1855 senesi Eylül ayında Sivastopol müttefiklerin eline geçti.
Tek ümidleri olan Kafkas cephesinde üstünlüğü elde tutan Rus ordusu, 1855 senesi Temmuz ayında Kars’ı kuşattı. Karslılar dört buçuk ay kahramanca şehirlerini müdâfâ ettiler. Açlık sebebiyle şehri düşmana teslim etmek mecburiyetinde kaldılar. Harp fiilen bitti ise de Rusya sulhe yanaşmadı. Ancak Avusturya’nın ültimatomu üzerine sulhu kabûl etti. 1856 Şubat ayında Viyana protokolü ile sulhun ana hatları kabul edildi ve savaş sona erdi. Savaşa askerî güçleriyle yardım eden İngiltere ve Fransa, bu yardımlarına karşılık, Osmanlı Devleti’nden Tanzîmât fermanını te’yid eden ve onu tamamlayan Islâhat fermanının 1856’da yayınlanmasını istediler. Devrin sadrâzamı olan Alî Paşa ile Fransız ve İngiliz elçilerinin ortaklaşa hazırladıkları yeni ferman, Paris konferansından önce îlân edildi. Osmanlı Devleti’nin iç ve dış siyâsetinde yabancı müdâhalesine her zaman açık kapı bırakan bu ferman, Osmanlı toplumu ve ekonomisini Avrupa ekonomisinin nüfuz sahası içine sokarak, bağımlı hâle getirdi. Bu ferman sayesinde çeşitli mezheblere bağlı hıristiyan tebeaya büyük bir iktisadî gelişme imkânı sağlandı. Gayr-i müslimlere Rusların harb öncesi teklif ettiği haklardan daha fazlası verildi. Bu ferman Osmanlı’nın hıristiyanlara verdiği büyük bir tâvizdi (Bkz. Islâhat Fermanı). Islâhat fermanının îlânından bir müddet sonra, 25 Şubat’ta Paris konferansı başladı ve otuz dört gün sonra muahede imza edildi. Bu andlaşmaya göre, Rusya, Eflak ve Boğdan’dan çekildiği gibi, bu iki prenslik üzerinde himaye haklarından da vazgeçecekti. Ayrıca Kars’ı Osmanlı Devleti’ne iade edip, Besarabya’yı da Boğdan’a terk edecekti. Buna karşılık müttefik kuvvetler de Kırım’ı boşaltıp, Rusya’ya teslim edecekti. Andlaşmanın en önemli maddesi, Karadeniz’in askerden arınmış tarafsız bir hâle getirilmesiydi. Bu târihten itibaren Rusya ve Osmanlı Devleti Karadeniz’de tersane ve donanma bulundurmayacaktı. Rusya harp gemilerini Baltık denizine nakledecekti. Andlaşma Islâhat fermanı ile îlân edilen maddelere de yer vererek, Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünü garanti altına aldı.
Sultan Abdülmecîd, yayınladığı fermanlara sâdık kalarak, tebea arasında eşitliği ve birliği sağlamaya çalıştı. Ancak Avrupa’da yayılan milliyetçilik cereyanı ve îlân edilen Islâhat fermanı ile dînî, iktisadî ve millî haklara kavuşan azınlıkların ayrıca Avrupa devletleri tarafından tahrik edilmeleri, bu birliğin kurulmasını imkânsız hâle getirdi. Bir süre sonra Paris andlaşmasıyla Eflak ve Boğdan birleştirilerek Romanya’nın esâsını teşkil edecek olan müstakil bir prenslik hâline geldi (1858). Aynı senenin Kasım ayında Osmanlı Devleti Grakovo kazasını Karadağ’a bırakmak mecburiyetinde kaldı.
1859 senesi Eylül ayında Sultân’a ve bâzı devlet adamlarına karşı bir suikast teşebbüsünde bulunuldu ise de, tasavvur hâlinde iken yapılan ihbar üzerine sûikastçiler yakalanıp, Kuleli kışlasında mahkeme edildi. Bu yüzden de Kuleli vak’ası diye anıldı (Bkz. Kuleli vak’ası).
1860 Mayıs’ında Lübnan’da dürzîler ile mârünîler arasındaki mücâdele yeniden başladı. Mârûnîleri Fransızlar, dürzîleri ise İngilizler destekledi. Ayaklanma Şam’a da sıçradı. Bölgeye, gönderilen hâriciye nâzırı Fuâd Paşa, Avrupalılara yaranmak için sert tedbirler aldı. Bir çok Türk subay ve idareciyi, olaylarda ihmâli olduğu gerekçesiyle ağır cezalara çarptırdı. Lübnan, Avrupa devletlerinin görüşü alınarak, gayr-i müslim bir mutasarrıfın idaresinde imtiyazlı bir sancak hâline getirildi (1861). Bu hâdiselere Reşîd ve yetiştirmeleri sebeb olmuşlardı. Bunların ve dış düşmanların, memleketi parçalamak, İslâmiyet’i yıkmak için yaptıkları imha hareketlerine çok üzülen sultan Abdülmecîd, babası gibi tüberküloza yakalandı. Henüz otuz dokuz yaşında ve en verimli çağında iken 25 Haziran 1861’de Ihlamur köşkünde vefât etti. Atası Yavuz Sultan Selîm Han’ın türbesinin yanına defnedildi. Türbesinin yüksekliğinin Yavuz Sultan Selîm türbesinden aşağı olmasını vasiyyet etmişti. Vasiyyetine göre yapılan türbesinde oğulları Burhâneddîn Efendi (1848-1876), Muhammed Abdüssamed Efendi (1852-1854) ve Osman Safiyyüddîn Efendi de vardır.
Sultan Abdülmecîd Han’ın dönemi ıslâhat hareketleri yönünden büyük önem taşır. Sultan, iç ve dış gailelere rağmen devrin şartlarına göre devlete bir düzen vermek için çalıştı. Osmanlı pâdişâhlarının tâbi olduğu bâzı gelenek ve usûllerde yenilik yaptı. Halkın durumunu yerinde tedkîk etmek için İstanbul’da ve ülkenin çeşitti yerlerine seyahatler düzenledi. Arasıra Bâb-ı âlî’ye giderek Meclis-i vükelâ toplantılarına katıldı. Kışlaları, elbise anbarlarını ve tersaneyi teftiş etti. Askerî ve rüşdiye okullarının imtihanlarında ve medreselerde düzenlenen icazet merasimlerinde bulunarak, öğretmen ve öğrencileri teşvik edici konuşmalar yaptı.
Abdülmecîd Han, diplomatlarla olan temas ve münâsebetlerinde, eski sultanların tâkib ettikleri yoldan ayrıldı. 1853 senesine kadar yabancı sefirler, Sultan ile siyâsî konular üzerinde görüşemezlerdi. Kırım harbi başlamazdan önce ve savaş sırasında sultan Abdülmecîd Han, yabancı sefirlerin mülakat taleblerini kabul etti. Sefirler, Bâb-ı âlinin arzı ile, gün, saat ve yer tâyin ederek huzura girerlerdi. Osmanlı sultanları krallık hânedânlarına mensup kimselerin yaptıkları ziyaretlere iâde-i ziyarette bulunmazlardı. Sultan Abdülmecîd bu geleneği bozarak prens Napolyon’un ziyaretini, Fransız elçiliğine giderek iade etmişti. Bu ziyaretten çok memnun olan Prens, Sultân’ı Fransa’ya davet etti. Yine sultan Abdülmecîd devrine kadar Osmanlı sultanları sâdece nişan vermişler, kendileri almamışlardı. Abdülmecîd Han, Fransa İmparatorunun gönderdiği Legion d’honneur nişanını kabul etti.
Sultan Abdülmecîd Han, babasının kurduğu başvekillikten vazgeçerek, sadrâzamlık makamını yeniden kurdu. Yirmi seneden fazla süren, pâdişâhlığı sırasında yirmi iki defa sadrâzam değiştirdi. Tanzîmâtın îlânına kadar, Osmanlı hükûmeti Avrupa devletlerinin müdâhalesinden uzak kalmıştı. Tanzîmâttan sonra yabancı devletlerin, hükûmet üzerindeki te’sirleri arttı. Kırım, harbi sırasında Fransa ve İngiltere’nin İstanbul sefirleri, Sultân’la görüşmek ve fikirlerini kabul ettirmek hususunda çetin bir mücâdeleye girdiler. Osmahlı devlet adamları, İngiliz ve Fransız siyâsetine tarafdâr olmak üzere İki kısma ayrılmıştı. Mustafa Reşîd Paşa İngiliz, Ali, Kıbrıslı Mehmed ve serasker Rızâ paşalar Fransız, Fuâd Paşa da İngiliz ve Fransızların her İkisini de idare etmek tarafdârı idiler. Sultan, Fransız ve İngiliz elçilerinin yaptığı istekler üzerine devletin çıkarlarını korumak için bu iki grubtan birini sadârete getirirdi.
Sultan Abdülmecîd Han, devletin idarî yapısında da bâzı değişiklikler yaptı. Sadrâzamların, serdâr-ı ekrem ünvânıyla sefere çıkmaları usûlüne son verildi. Seraskerliğin derecesi, sadrâzam ve şeyhülislâmın seviyesine getirildi. İstanbul ve eyâletlerin asayişini sağlamak üzere 1845 senesinde Zabtiye müşirliği kuruldu. Sultan İkinci Mahmûd Han devrinde kurulan meclis ve nezâretlerin sayısı arttırıldı. Dîvân-ı hümâyûn önemini kaybetti. 1853’de kurulan Meclis-i âlî-i tanzîmâta, kânun yapma yetkisi verildi. Meclis-i dâr-ı şûrâ-yı askerî genişletilerek; zât işleri, levazım işleri ve mâliye işleri olmak üzere, üç bölüme ayrıldı. Eğitim işlerini teşkilâtlandırmak, yürütmek ve kontrol etmek üzere 1845’de Meclis-i maârif-i umûmiye kuruldu. 1856 senesinde Maârif nezâreti kurulması üzerine, Meclis-i maârif bu nezârete devredildi. 1846 senesinde bir başkan, iki sekreter ve on bir üyeden müteşekkil, devletin mâlî işleri hakkında inceleme yapmak ve gerekli tekliflerde bulunmak üzere Meclis-i mâliye kuruldu. Islâhat işlerini düzenlemek ve kontrol etmek vazîfesi 1854’de Meclis-i âlî-i tanzîmâta verildi. 1855 senesinde devletin en yüksek istişare meclisi olarak Meclis-i âlî-i umûmî kuruldu. Ayrıca kaptân-ı deryaya bağlı Meclis-i bahriye, zirâat nezâretine bağlı Meclis-i zirâat ve Meclis-i maâdin, zaptiye müşirine bağlı Meclis-i zaptiye gibi meclisler de kurulmuştu.
Osmanlı taşra teşkîlâtı, Avrupa devletlerinde uygulanan mülkî idare örnek alınarak, değiştirildi. Eyâlet vâlilerinin yanında mahallî meclisler kuruldu ve bu meclislerde müslüman olmayanlar da temsil edilmeye başlandı. Adlî teşkilâtta değişiklikler yapılarak, daha önce bulunan şer’î mahkeme, cemâat ve konsolosluk mahkemelerinin yanında nizamiye mahkemeleri kuruldu. 1840’da ceza, 1850’de ticâret ve 1857’de arazî kânunları çıkarıldı. 1857 senesinde belediye teşkilâtı kuruldu.
Eğitim alanında da önemli değişiklikler yapıldı. 1843 senesinde sultan Abdülmecîd Han, Bâb-ı âlî’de sadrâzam ve vükelâya hitaben; “Sadrâzama ve bütün vükelâya, halkımın refah ve saadetini te’min için lâzım gelen tedbirleri tam bir birlik içinde düşünmenizi ve müzâkere etmenizi emrediyorum. Bunun gerçekleşmesi din ve dünyâ işlerinde cahilliğin kaldırılmasına bağlı olduğundan, ulûm ve fünûn ve sanâyî öğretimine mahsus mekteblerin kurulmasını ön plânda tutacak işlerden sayıyorum” diyerek; eğitimin önemini belirtti. Sultân’ın bu istekleri üzerine, Meclis-i maârif-i umûmiye, eğitim çalışmalarının prensiplerini açıklayan bir kânun hazırladı. Bu kânunda ilk öğretim mecburî ve ilk ve orta öğretim parasız oldu. 1845’den sonra harb okulları önce üçe ayrıldı, daha sonra Harb akademisi açıldı. İlk ve ortaöğretimin işlerini yürütmek için 1847’de Mekâtib-i umûmiyye nezâreti kuruldu. Öğretmen yetiştirmek üzere kurulan Dârülmuallim, 1847’de Fâtih semtinde eğitime başladı ve okulun müdürlüğüne Ahmed Cevdet Paşa getirildi. Devletin başlıca gelir kaynağı olan zirâatı geliştirmek ve zirâat bilgileri vermek için 1847de Yeşilköy yakınlarında ilk defa zirâat mektebi ile 1859’da Orman mektebi açıldı. 1849’da rüşdiyeler ile darülfünûn arasında eğitim yapacak olan dârülmaârif yâni lise eğitime başladı. 1850’de Meclis-i maârif-i umûmiyye tarafından Encümen-i dâniş kuruldu. Bu akademi, Türk dili üzerine çalışacak, halkın eğitimi için faydalı eserleri te’lif ve tercüme edecekti. Bu akademi tarafından Ahmed Cevdet Paşa’ya bir Türk târihi yazma vazifesi verildi. 1860 senesinde döşenen telgraf hatlarında çalışmak üzere eleman yetiştirmek için telgraf mektebi kuruldu. 1843 senesinde Londra gazetelerine muhabirlik yapan W. Churchill isimli bir İngiliz tarafından ilk özel gazete Cerîde-i havadis adıyla çıkarılmaya başlandı. Churchill’e, gazete çıkarması için hükûmet tarafından yardım edildi.
Abdülmecîd Han devrinde mâliyede de yenilikler yapıldı. İltizâm usûiü kaldırılarak, vergilerin devlet adına toplanması için eyâlet ve sancaklara geniş yetkili muhassıl ünvânı ile me’murlar gönderildi. Muhassıllar, doğrudan doğruya mâliye nezâretine bağlı idiler. Hazırlık yapılmadan kaldırılan iltizâm usûlü, bâzı karışıklıklara ve devlet gelirlerinin düşmesine sebeb oldu. Bunun üzerine 1840’da ilk olarak kâğıt para basıldı ve tekrar İltizâm usûlüne dönüldü. 1844 senesinde ilk bütçe yapıldı. Tanzîmâtçı nâzırların yaptığı hatâlar yüzünden Osmanlı mâliyesi çok zor durumda kaldı. 1850 senesinde Reşîd Paşa, Avrupa devletlerinden borç alınması cihetine giderek, Londra bankası ile anlaştı ve 260 milyon kuruşluk bir borçlanma mukavelesi imzaladı. Sultan bunu kabul etmeyince, hâriciye nâzırı Alî ve mâliye nâzırı Fuâd paşalar Sultân’ı borçlanma hususunda ikna etmeğe çalıştılar. Sultan bunlara; “Ben bu devleti selefimden nasıl buldum ise halefime öyle vereceğim. Eğer bu borçlanmadan vazgeçilmezse saltanattan feragat ederim” diyerek borçlanmayı önledi. Sonu baştan hesaplanmayan bu teşebbüs, devlete yirmi iki milyon kuruşa mâi oldu. Bu durum devletin mâlî durumunun biraz daha kötüleşmesine yol açtı. 1853’de başlayan Kırım harbi mâlî durumu dahada kötüleştirdi. Bunun üzerine, sultan Abdülmecîd, toplanan vükelâya karşı hitaben; “Yabancı ülkelere borçlanmamak için çok çalıştım. Lâkin durum bizi borç almaya mecbur bıraktı. Borçların ödenmesi, gelirin çoğalması ile mümkündür. Bu da her devlette olduğu gibi kumpanyalar teşkil ederek, demir yolları yapmakla olur. Fakat gelir arttı diye masrafı da arttırmamalıdır” dedikten sonra dış borç alınmasına izin verdi. 1854 senesinde ilk defa borç alındı, bunu 1855’de ikinci, 1858’de üçüncü ve 1860’da dördüncüsü tâkib etti. Bu borçlara karşı devletin önemli gelir kaynakları ipotek edildi.
Sultan Abdülmecîd devrinde bir çok îmâr faaliyetleri de yapılmıştır. 1844’de bugün Galata köprüsü olarak bilinen Mecîdiye köprüsünü, 1848’de Beşiktaş’la Ortaköy arasında Küçük Mecîdiye Câmii ve Ortaköy iskelesi yanında Büyük Mecîdiye Câmii’ni, 1859’da Maçka ile Nişantaşı arasındaki Teşvîkiye Câmii’ni yaptırdı. 1851’de Şirket-i hayriyye denilen boğaziçi vapurları işletilmeye başlandı. 1860’da İzmir-Turgutlu arasında demiryolu yapıldı. 1853’de başlayan Kırım harbi sırasında ilk telgraf hattı, İstanbul-Varna-Kırım hattı olarak döşendi (9 Eylül 1655). Bu hattın bir kısmı denizaltından gidiyordu. Kırım’dan İstanbul’a gönderilen ilk haber Malakof zaferinden sonra, Sivastopol’ün zaptı haberi idi. Osmanlı Devleti’nde telgraf hatları hızla geliştirilerek, 1870 senesine kadar yaklaşık 36.000 kilometrelik bir hat döşendi. Dünyâ devletleri arasında beşinci sıraya ulaştı. Bugünkü Beykoz kasrı (1854) ve Küçüksu kasrı (1856), Dolmabahçe Sarayı (1856), sultan Abdülmecîd’in saltanatı zamanında yaptırılmıştır. Ayrıca İstanbul’un bir çok yerinde çeşmeler yaptırıp, eski eserleri tamir ettirmiştir. Annesi Bezm-i âlem Vâlide Sultan, 1845’de Yenibahçe’de Gurebâ hastahânesi, Dolmabahce’de Vâlide Câmii, Bakırcılar’da Bâyezîd kulesi önünde büyük sultanî lisesini ve bir çok mescid ve çeşme yaptırmıştır.
Abdülmecîd Han’ın on yedisi erkek, yirmi dördü kız olmak üzere kırk bir çocuğu dünyâya gelmiştir. Kardeşi Abdülazîz’den sonra oğullarından beşinci Murâd Han, İkinci Abdülhamîd Han, beşinci Mehmed Reşâd ve altıncı Mehmed Vahdeddîn Han pâdişâh olmuşlardır. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder