5 Nisan 2012 Perşembe

Ahmed Hamdi Paşa


Osmanlı sadrâzamı. Eski sadrâzamlardan Melek Ahmed Paşa’nın soyundan gelen ve sadrâzam Hüsrev Paşa’nın kethüdası olan Yahyâ Bey’in oğludur. 1826 senesinde İstanbul’da doğdu. Tahsîlini tamamladıktan sonra, 1841’de Bâb-ı âlî’de eski kethüda kaleminde me’mûriyete başladı. Daha sonra sadâret mektubî kalemine tâyin edildi. 1852’de serasker mektupçuluğuna getirildi ve on sene sonra Dâr-ı şûrâ-yı askerî dâiresinde âzâ oldu. Burada 1868 senesine kadar kaldı ve derece derece yükselerek “Recâî” sırasına girdi.
Aynı sene ûlâ sınıfı evveli rütbesi ve 10.000 kuruş maaş ile Dîvân-ı ahkâmı adliye âzâlığına tâyin edildi. Bir süre Hukuk dâiresi riyaseti vekâletinde bulunduktan sonra bâlâ rütbesi ile Evkâf-ı hümâyûn nezâretine getirildi ve bir çok câmi, medrese, mektep ve diğer hayır kurumlarını tamir ettirdi. Hüseyin Avni Paşa, liyâkatini takdir ettiğinden onu 1869’da serasker müsteşarlığına tâyin ettirdi. İki sene sonra sadrâzam olan Mahmûd Nedim Paşa, Ahmed Hamdi Paşa’yı Aydın vâliliğine tâyin etti. Bir sene vâlilik yaptıktan sonra, önce Tuna vâliliğine, Şirvânîzâde Rüşdî Paşa’nın sadrâzam olması üzerine de tekrar mâliye nezâretine tâyin edildi. Hüseyin Avni Paşa’nın sadârete tâyininden kısa bir süre sonra İkinci defa Aydın, buradan da Suriye vâliliğine gönderildi. Fakat Şam’ın iklimi kendisine iyi gelmediğinden, istifa etti. 1877 senesinde dâhiliye nezâretine (İçişleri Bakanlığına) tâyin edildi.
Osmanlı-Rus harbinde durum, Şıpka hâdisesinden sonra tehlikeli bir şekil alınca, ne yapılması lâzım geldiğini görüşmek üzere toplanan vükelâ meclisinde bir türlü karar almamıyordu. Nâzırlardan bâzıları kan dökmenin önüne geçilmesini, bâzıları da, her ne pahasına olursa olsun, mücâdeleye devam edilmesi fikrini savunuyorlardı. Müdâfaada devamın ve gayretin şart olduğunun isbâtını âyet-i kerîme ve hadîs-i şeriflerle yapan şeyhülislâm Kara Halîl Efendi’yi destekleyen dâhiliye nâzırı Ahmed Hamdi Paşa’nın; “Saltanatın bekasına hizmet ancak bugün içindir. Sulh çâresi aranılmakla beraber payitahtın müdâfaasına gayret edilmelidir. Veliyyünîmetimiz olan Devlet-i Âliyye’nin kuvvetinin devamı için hepimiz hayâtımızı feda etmeliyiz” demesi, konuşmaları gizlice dinleyen Abdülhamîd Han’ın hoşuna gitti. Bir süre sonra doksanüç harbinin neticesi ve siyâsî durum, İbrâhim Edhem Paşa’nın sadâretten ayrılmasını gerektirdi. Sultan, yerine Ahmed Hamdi Paşa’yı tâyin etti.
Bu sırada Osmanlı ordularının kesin bir şekilde mağlûb olması üzerine barış andlaşması yapmak için gönderilen hâriciye nâzırı Server Paşa ve hazîne-i hâssa nâzırı Nâmık Paşa, Edirne’de, şartları çok ağır olan bir mütâreke mukavelesini imzaladılar. Hezîmetten dolayı halk arasında ve Meclis-i meb’ûsan’da, pâdişâh ve vükelâ aleyhinde sözler söylenmekte idi. Hattâ bu sırada serasker Rauf ve Dâmâd Mahmûd paşaların hatâları, Rus ticâret gemilerinin İstanbul boğazına kadar Osmanlı harp gemilerini sürüp götürmelerinden dolayı, bahriye nâzırı Saîd Paşa’nın kusurları dile getirilip, saraydan harb işlerine müdâhale edildiği iddia edilip, bunun suçu da eski mâbeyn başkâtibi ve zamanın dâhiliye nâzırı Saîd Paşa’ya yüklenerek bunlara güvensizlik gösterilmiştir.
Bu yüzden sadrâzam Hamdi Paşa, göreve başladığından beri olup bitenleri Sultân’a arz ederek, adı geçen paşaların görevden alınmasını istedi. Fakat Sultan, vuku bulan bu mâruzâttan sâdece savaştaki hezimetin sebebleri arasında sarayın müdâhalesi ifâdesine üzüldüğünden, sarayın bu mes’ele ile alâkasının bulunmadığını ve sorumluluğun vükelâya âit olduğunu bildirdi. Hattâ bu konu hakkında bir rapor hazırlanması için dâhiliye nâzırı Saîd Paşa’ya emir verdi. Hazırlanan rapor, İkinci mâbeynci Osman Bey tarafından okununca, Ahmed Hamdi Paşa ağlıyarak; “Bu rapor bir kere meb’ûsların eline düşerse, pâdişâhlık ve vekilliğin hükmü kalmaz. Hepimiz, meb’ûslara boyun eğmek zorunda kalırız. Hattâ pâdişâhı da azarlamaya kalkışırlar. Efendimiz kendisini bu zincire nasıl teslim edecek. Artık bu raporu meb’ûslara götürüp götürmemek senin hamiyyetine kalmıştır. Sen bilirsin” dedi. Bunun üzerine Osman Bey raporu alıp saraya dönerek Sultân’a durumu anlattı.
Sultan İkinci Abdülhamîd Han, derhal Ahmed Hamdi Paşa’yı huzuruna çağırarak mes’ele hakkında îzâhât istedi. Hamdi Paşa’nın durumu açıklaması üzerine Sultan, raporu Meb’ûsan meclisine göndermekten vazgeçti.
Ahmed Hamdi Paşa bu görüşmeden bir süre sonra durumu düzeltmek için hiç bir şey yapmadığından dolayı sadâretten alınarak, üçüncü defa Aydın vâliliğine gönderildi. Bir sene sonra Bağdâd vâliliğine tâyin edildi. Altı ay sonra tekrar Aydın vâliliğine nakledildi. Bu sırada Suriye vâlisi Midhat Paşa’nın istiklâlini îlâna hazırlandığı haberi Sultân’a bildirilince, Hamdi ve Midhat paşaların yerleri değiştirildi. Ahmed Hamdi Paşa, Beyrut’ta teftiş için bulunduğu sırada 59 yaşında iken vefât etti. Beyrut’taki Mekteb-i sultanî civarında defnedilip, üzerine bir türbe inşâ ettirildi.
Yirmi dört gün gibi kısa bir süre sadrâzamlık yapan Ahmed Hamdi Paşa, cesur, açık sözlü bir zâttı. Sistemli bir tahsil görmemiş olmasına rağmen, üzerine aldığı vazifelerde, elinden geldiği kadar gayret göstermiştir.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
 1) Mir’at-ı Hakikat; sh. 546 v.d.
 2) Son Sadrâzamlar; cild-1, sh. 636
 3) İstiklâl ve Hürriyet Mücâdeleleri Târihi (Cemal Kutay İstanbul-1960); cild-13, sh. 7756
 4) Osmanlı İmparatorluğu’nun Târihi (Z. Danısman); cild-13, sh. 244
 5) Evkâf-ı Hümâyûn Nezâretinin Târihçe-i Teşkilâtı; sh. 138
 6) Îzahlı Osmanlı Târihi Kronolojisi; cild-4, sh. 308

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder