Osmanlı Devlet teşkilâtı içinde
sınır bölgelerinde düşman memleketlerine ânî baskınlar tertipleyerek yıpratma
harekâtında bulunan hafif süvari gruplarına verilen isim. Akıncılar, bâzılarının
zannettikleri gibi yağma gayesiyle düşman içine giren ve talanla hayatlarını
geçiren serseriler topluluğu değildi. Pekçoğu Avrupa ve balkan dillerini bilen
akıncılar, akın yapmakla kalmayıp, aynı zamanda düşmanın durumunu, yolları ve
kuvveti hakkında bilgi toplamak gibi istihbarat görevini de yerine getirirlerdi.
Bu görevlerini esâsa bağlayan kânunları vardı.
Akıncılar, Türk ırkındandı.
Devşirme, Arnavut ve Boşnak gibi müslüman kavimler alınmazdı. Akıncı olmak için
Osmanlı Türkü olmak şarttı. İlk zamanlar, akıncı beylerinin çoğunluğu Osman
Gâzi’nin yoldaşları olan kumandanların çocukları idi. Akıncı beyleri,
istediklerini ocağa alır, istediklerini çıkarırlardı. Dîvân-ı hümâyûn bu işe hiç
karışmazdı. Akıncı beyleri fevkalâde selâhiyetlere sâhib olup, doğrudan doğruya
sultandan emir alırlardı. Rütbeleri sancak beyi derecesindeydi. Akıncı eri,
canını yüzlerce defa çekinmeden ortaya koyduğu için, diğer bir çok ocağın
subayından imtiyazlıydı. Onun için akıncılara “fedaî, dalkılıç, serdengeçti,
deli” gibi isimler verilirdi. Akıncılığa kabul edilmek çok zordu. Doğrudan
doğruya bey’in rızâsı gerekliydi. Zîrâ kötü bir akıncı, birliğin mahvına sebeb
olabilirdi. Çok sür’at-i intikâl, seri hareket, harikulade süvarilik, fevkalâde
silâhşorluk vasıfları olmayan, akıncılığa kabul edilmezdi. Şimdiki askerî
teşkilâttaki komando birliklerine benzeyen akıncılık, ekseriya babadan oğula
geçerdi. Akıncılar düşman arazisini dolaşıp, orduya yol açarlar ve kurulması
muhtemel pusuları ânî, süratli hareketleri ile bozarlardı. Düşman topraklarına
girecekleri zaman, arka arkaya kademe hâlinde bir kaç bölüme ayrılırlardı. İlk
kuvvetin karşısına mukavemet eden bir düşman kuvveti çıkarsa, arkadaki kuvvet
yetişerek ona yardım ederdi. Hücumları pek âni ve sert olduğundan hemen her
zaman düşman kuvvetlerini sarsıp dağıtırdı. Ayrıca ordunun yolu üzerindeki
hububatın muhafazası, yerli halktan aldıkları esirler vasıtasıyla düşman
hakkında haber toplamak ve köprü, geçit gibi yerleri emniyet altında tutmak da
esas vazifeleri arasında idi. Akıncılar genellikle ordudan 4-5 günlük mesafede
önden giderler ve vazifelerini yerine getirirlerdi. Bindikleri atlar da,
akıncıların bu hızlı hayatlarına uygun, dayanıklı ve sür’atli olanlardan
seçilirdi. Sefere çıkarken yedekte 4-5 at götürürler ve yorulan atları konak
yerlerinde bırakırlar, dönüşte bıraktıkları atlara ganimetlerini yüklerlerdi.
Akıncı birliklerinde on akıncıya onbaşı, yüz akıncıya subaşı, bin akıncıya da binbaşı kumanda ederdi. Bu kumanda zincirini,
bütün kuvvetlerin başında olan akıncı beyi tamamlardı. Bir harekâtın akın ismini
alabilmesi için o sefere akıncı beyinin katılması gerekirdi. Aksi takdirde bu
harekâta akın denmezdi. Akıncılar, merkezî bir tarzda idare olunmayıp sınır
boylarında ocaklar hâlinde teşkîlâtlanırlardı. Her mıntıkanın kumandanı ayrı
olup, akıncılar mensub oldukları kumandanların sülâle ismiyle anılırlardı.
Bunların en meşhurları Malkoçoğlu akıncıları, Turhanlı akıncıları, Mihalli
akıncılarıydı. Bunlardan Malkoçoğlu Silistre’de, Turhanlı Mora’da, Mihalli ise
Sofya ve Semendre bölgelerinde bulunurdu. Osmanlı Devleti’nde ilk akıncı beyi
Evranos Bey’dir. Zikredilen akıncı aileleri ise sonraki akınlarda meşhur
olmuşlardır.
Akıncıların en önemlileri dalkılıç ve serdengeçti adı ile anılırdı. Bunlar akıncıların
fedaî kısmıydı. Bunların düşman içine dalmak ve mahsur bulunan bir kaleye girmek
gibi çok zor görevleri vardı ve geri dönme ihtimâlleri çok azdı. Onları bu işi
yapmaya sevk eden Allah yolunda cihâd yapma arzusu idi. Bir düşman ordusuna
dalmak gerektiği zaman bu vazifeyi yapanlar ordudan ayrılır, düşmanı sağ, sol ve
arka cihetinden vurmak üzere îcâb eden yere kadar giderler ve şiddetli şekilde
düşman saflarına girince, düşman şaşkınlıktan bozguna uğrar, maneviyâtı
bozulurdu. Napolyon bu konu hakkında şöyle demektedir: “Osmanlı askerini
dalkılıç olmağa mecbur edecek kadar sıkıştırmak elvermez, bir kere dalkılıç
olmayı göze almış bir kaç yüz adam meydana çıkarsa, mağlûb olmamak mümkün
değildir.” Kalelere girmek gerektiği zaman bunlar gece vakti merdiven kurarak
kaleye girerler ve bu sayede fethine muvaffak olunmayan bir kalenin ele
geçirilmesini sağlarlardı.
Düşmanın iktisadî ve manevî yapısını
alt üst ederek, savaşın kazanılmasında önemli rol oynayan akıncıların akın
tekniği şöyle idi: Akıncı ordusu, belirli bölümlere ayrılır, onlar da gene
belirli yerlerde daha küçük birliklere bölünerek yollarına devam ederlerdi. Her
birliğin ele geçireceği şehir ve kasabalar önceden kararlaştırılırdı. Dönüşte
birlikler gene belirli yerlerde fakat daha önce ayrıldıkları mevkilerde olmamak
üzere birleşirler ve tekrar tek bir ordu hâline gelip Türk topraklarına
dönerlerdi. Bu durum, düşman ülkesini korku içinde bırakırdı. Yıldırımlar ve
kasırgalar gibi esip geçen akıncıların nerede ve ne zaman bulundukları ve
bulunacakları hakkında yüzlerce söylenti çıkardı.
Devlet tarafından akıncıların
isimleri, eşkâlleri ve içlerinde tımara sâhib olanların listelerine âit
defterler tutulurdu. Defterler iki nüsha olarak tanzim edilir, biri merkezdeki
Defterhâne’de, diğeri akıncıların bulundukları eyâlet veya sancak kâdılıklarında
muhafaza edilir, böylece herhangi bir yolsuzluğa meydan verilmezdi. Her akın
sonunda şehîd ve mâlül olanların yerine çevik, iyi süvari ve kuvvetli gençler
akıncı kaydedilirdi.
Akıncılara tahsis edilen belirli bir
maaş yoktu. Elde ettikleri ganimetin 1/5’ini pençlik
resmi (humusunu) olarak verdikten sonra kalanla geçimlerini te’min
ederlerdi (Bkz. Ganimet). Bâzılarının ise tımarları vardı. Sefere çıkarlarken
düşman hududuna kadar yetecek yiyecek verilir, daha sonrasını kılıçlarıyla
te’min ederlerdi. Akıncılar arasında kıdemli ve seferlerde yararlılık gösteren
Tımarlı ve Tavcılar grubu bulunurdu. Tavcılar aynı zamanda
kazalarda çerilerin başıydılar. Bunlara sefer emri gelince, emirleri
altındakileri toplayıp akına katılırlardı.
Osmanlı Devleti’ndeki akıncıların
sayısı kat’i olarak ortaya konulmamakla beraber, onbeşinci asır ortalarına kadar
sayılarının 40.000 olduğunu târihî kaynaklar yazmaktadır. Birinci Kosova
Savaşı’nda akıncı mevcudunun 20.000 olduğu kayıtlıdır.
Türk târihinin en büyük akınlarından
biri olan 1479 Erdel akınına 43.000 akıncı katılmıştır. Bölgedeki altın ve gümüş
mâdenlerinin ele geçirilmesini hedef alan bu akında, akıncıların başında tam on
İki akıncı beyi bulunmuştu. Bu akında, 43,000 akıncıdan 20.000’i Macar ovasının
zümrüt renkli topraklarında şehîd oldu. Macarlar burada, batı kaynaklarının bile
nefretle bahs ettikleri bir vahşette bulundular. Şehîdlerin cesetlerini
parçalayarak dans etmek gibi zulüm yaptılar.
1559 senesindeki bir yoklamaya göre
Turhanlı akıncılarının sayısı 7000 civârında tesbit edilmiştir. Kânûnî Sultan
Süleymân Han’ın Budin ve Avusturya seferlerinde Mihallı akıncılarının sayısı
50.000 olarak devrin târihî kaynaklarına geçmiştir.
Osmanlı ordusunun öncü kuvveti olan
akıncılar, 1595 senesinde sadrâzam Sinân Paşa’nın Eflak seferindeki hatâsına
kadar güçlerini korumuşlardı. Sinân Paşa devlete karşı isyân eden Romanya
voyvodası Mihail üzerine 100.000 kişi ile sefere çıktı. Romanya’ya giren Osmanlı
ordusu karşısına çıkmaktan çekinen Mihail geri çekildi. Sinân Paşa isyânı
bastırdığını zan ederek geri dönmeye başladı. Bu sırada Mihail, Osmanlı
ordusunun hareketlerini günü gününe haber alıyor, yirmi dört saatlik bir
mesafeden tâkib ediyordu. 1595 senesi Ekim ayının on dokuzunda Targovişte’ye
girip, şehri savunan üç bin beş yüz Türk’ten Ali Paşa, Koçu Bey ve diğer yüksek
rütbeli subayları ateşte pişirdikten sonra yiyen Mihail ve maiyyeti, geri kalan
Türkleri kazığa oturttular. Bu sırada Sinân Paşa Tuna’nın kuzey kıyısına
varmıştı. Ordunun ve ağırlıkların karşıya geçmesi üç gün ve üç gece sürecekti.
Ordunun ardını korumakla görevli akıncılar en son köprüyü geçecekler ve sonra
köprüyü havaya uçuracaklardı. Bu geçişi uzak bir yerden seyreden Mihail,
köprüden akıncılar geçerken, top ateşi açtırdı. Akıncıların can vermeden
silâhlarını teslim etmemelerinin ocaklarının geleneği olduğunu bilen voyvoda
Mihail, epey uzun olan köprü üzerinden akıncıları Tuna sularına dökmek
istiyordu. Bir kaç top mermisi köprüye isabet edince tahta köprü çöktü ve
binlerce akıncı, Tuna dalgalarına gömüldüler. Henüz karşıya geçemeyen bir kaç
bin akıncı ise düşman kılıçları altında şehîd oldular. Böylece Türk akıncı
ocağı, bir daha altından kalkamıyacağı bir darbe yedi. Bu seferde büyük zâyiât
veren akıncıların sayısı 1625’deki kayıtlara göre üç bine inmiştir. Vaziyet bu
duruma gelince, devlet yeni tedbirler almak mecburiyetinde kalmış ve kalelerdeki
serhat kulu teşkilâtı takviye edilerek hudutların korunması bu teşkîlâta
verilmiş, diğer taraftan da Kırım ordusundan akınlarda faydalanma yoluna
gidilmiştir. Fakat Kırımlılar, Osmanlı akıncı ruhuna sâhib olamadıkları için,
onlar kadar başarılı olamamışlardır.
Akıncı kânununa göre, eğer bir
akıncı beyi bir şehri fethederse, buradaki gayrimenkuller pâdişâha (devlete) âid
olurdu. Beylere de bu bölgenin köyleri tımar olarak dağıtılırdı. Umumiyetle
akıncı beyleri de tımardan elde ettikleri gelirleri, hayır müesseseleri kurarak
buralara vakfederlerdi.
Akıncıların kullandıkları silâhlar
da sür’atle hareket etmelerine mâni olmayacak şekildeydi. En çok kullandıkları
silâhlar, kılıç, kalkan, pala, mızrak ve bozdoğan denilen başı yuvarlak kısa
saplı bir cins topuzdu. Bunların zırh kullananları oldukça azdır.
FİLEK KALESİNİN FETHİ!..
Macaristan’ın Osmanlı idaresinde
kaldığı yüz elli sene içindeki Budin vâlilerinin en meşhuru, Sokullu Mehmed
Paşa’nın amcası oğlu olan Mustafa Paşa’dır. Kale ve palangaların akıncı
yiğitleri arasında Paşa Baba diye meşhur olmuştu. Kapısında bine yakın şehbaz
yiğit beslerdi. Bir bora, bir kasırgaya benzeyen bu serdengeçtiler, bir çok kale
ve palanga fethetmişlerdi. Bunların içinde Filek kalesinin fethi ise, eşsiz bir
kahramanlık destanıdır.
Filek kalesi, yüksek ve kayalık bir
tepenin üstünde kartal yuvası gibiydi. Bu kaleyi top ile yıkmak, taarruz ederek
almak mümkün değildi. Mustafa Paşa’nın akıncılarının arasında Demirbaş Hasan
isimli yirmi beş yaşlarında tığ gibi bir delikanlı vardı. Bir gün Demirbaş
Hasan, yanına kırk seçme akıncı alarak Filek kalesini feth etmek için yola
çıktı. Gece vakti kale önlerine varan kırk akıncı, kalenin karşısındaki bir
kayanın tepesine tırmandılar. Üç-dört merdiveni kuşakları ve iplerle sıkıca
bağlıyarak bulundukları yerden bir mazgal deliğine uzattılar. En önde Demirbaş
Hasan vardı.
Mazgal deliği bir insan geçebilecek
genişlikte idi. Fakat tunç bir topun namlusu bu mazgalı tıkamıştı. Topun
ağırlığı sekiz yüz okka kadar idi. Demirbaş Hasan hiç tereddüd etmeden, Allahü
teâlâya sığınarak, besmele çekti. Geniş pençeleri ile mazgal deliğinin iki
kenarına yapıştı, çelik kaburgalı göğsünü topun namlusuna dayadı. Altı, yalçın
kayalık ve uçurum idi. Ayaklarını merdivene basıp, kollarını gerince sekiz yüz
okkalık topu geriye doğru ittirdi. Birinci hamlede, topun namlusunun ağzı
kalenin dış duvarı hizasına kadar içeri girmişti. Demirbaş Hasan bu sefer,
namluya başını dayayarak, ikinci hamlede koca topu mazgalın ağzından
uzaklaştırdı. Açılan mazgal deliğinden başta Demirbaş Hasan olmak üzere kırk
akıncı kaleye girdiler.
Türk akıncılarını birden karşısında
gören kâfirler, uzun süre kendilerine gelemediler. Bu fırsattan yararlanan
akıncılar, “Allah Allah!” nidaları ile kısa zamanda kaleyi fethettiler. Bu,
cihân târihinde eşine rastlanmayan bir kahramanlık vak’asıdır.
AKINCILAR
Bin atlı akınlarda
çocuklar gibi şendik;
Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik!
Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik!
Ak tolgalı
beylerbeyi haykırdı: İlerle!
Bir yaz günü geçtik Tuna’dan kafilelerle...
Bir yaz günü geçtik Tuna’dan kafilelerle...
Şimşek gibi bir
semte atıldık yedi koldan;
Şimşek gibi Türk atlarının geçtiği yoldan.
Şimşek gibi Türk atlarının geçtiği yoldan.
Birgün dolu dizgin
boşanan atlarımızla,
Yerden yedi kat arşa kanatlandık o hızla.
Yerden yedi kat arşa kanatlandık o hızla.
Cennet’te bugün
gülleri açmış görürüz de,
Hâlâ o kızıl hâtıra titrer gözümüzde.
Hâlâ o kızıl hâtıra titrer gözümüzde.
Bin atlı akınlarda
çocuklar gibi şendik,
Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik.
Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik.
Yahyâ Kemâl
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Tevârîh-i Âli Osman (Âşıkpaşazâde); sh.
84
2) Tabakât-ül-memâlik (Celâlzâde Mustafâ,
Üniversite Kütüphânesi, T.Y.); sh. 180
3) Devlet-i Osmâniyye Târihi (Hammer); cild-1,
sh. 137
4) Târih-i Askerî-i Osmânî, Kitâb-ı evvel
(Cevat Paşa, İstanbul-1297); sh. 1
5) Târih-i Neşrî; cild-2, sh.
477
6) Risale (Koçi Bey); sh.
41
7) Düstûrnâme (Enverî); sh.
24
8) Türk Akıncıları (A. Refik,
İstanbul-1933)
9) Mihaloğlu Ali Bey’in Gazâvât-nâmesi
(Ankara-1956)
10) Akıncılar ve
Mehmed-II, Bâyezîd-II Zamanlarında Akınlar (N. Tacan,
İstanbul-1936)
11) Osmanlı Târih
Deyimleri; cild-1, sh. 36
12) Rehber
Ansiklopedisi; cild-1, sh. 151
13) Kuruluşundan On
beşinci Asrın İlk Yarısına Kadar Osmanlı Teşkilâtı, (Uzunçarşılı); sh.
86
14) Osmanlı Târihi
(Uzunçarşılı); cild-1, sh. 518
15) Büyük Türkiye
Târihi; cild-9, sh. 420
16) Akıncılar (Yeni
Târih Dergisi sayı-14, sene-1958, sh. 700)
17) Fâtih’in Bosna
Seferine Yol Açan Akıncılar. (Ragıb Ş. Yeşim, Hayat Târih Mecmuası, sene-1968,
sayı-4, sh. 19)
18) Îzahlı Osmanlı
Târihî Kronolojisi; cild-1, sh. 343
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder