Fâtih Sultan Mehmed Han’ın küçük
oğlu. 23 Aralık 1459 günü Edirne Sarayı’nda doğdu. Annesinin adı Çiçek Hâtûn
idi. İlk terbiyesini saray hocalarından ve annesinden aldı. Fikrî terbiyesi ve
tahsîli için beş yaşına geldiğinde bir hoca tâyin edildi. Dokuz yaşına
geldiğinde, Kastamonu sancakbeyligine gönderildi (1469). O devirlerde
şehzâdeleri küçük yaşlarından îtibâren Anadolu vilâyetlerine göndermek
usûldendi. Yanlarına vezirlerden biri, lala sıfatıyla verilir ve bu suretle
idarî işler öğretilirdi. Cem Sultan, Kastamonu’da dört sene kaldı. Bu süre
zarfında ilim ve edebiyat tahsiliyle meşgul oldu.
1474’de büyük ağabeyi şehzâde
velîahd Mustafa’nın vefâtı üzerine Karaman beylerbeyliğine gönderildi. İdâri
işlerin yanında tahsîline devam etti. Beraberinde lalası Gedik Ahmed Paşa’dan
başka, Frenk Süleymân, Hâtibzâde Nâsuh, Defterdâr Ahmed, Sofu Hüseyin ve
Çâşnigirbaşı İlyas, Şirmerd Ağa gibi şahsiyetler ile bâzı Türk, Rum ve İtalyan
olan tanınmış ilim adamları vardı. Bunların hepsi siyâset, ilim, şiir, sadâkat
ve fazîletleriyle bilinen ve tanınan kişilerdi. Cem Sultan, altı seneden fazla
kaldığı Konya’da, bu zâtların her birinden çeşitli ilimler öğrendi. İlk
şiirlerini burada yazdı. Konya yılları, maddî ve manevî terbiyesi bakımından
gerçek bir mektebdi. İlim tahsîline devam etmekle beraber, ata binmekte ve her
türlü silâhları kullanmakta büyük maharet kazandı. Sağlam yapılı bir genç olan
Şehzâde Cem’e, Karaman eyâleti halkı muhabbet ve sevgi besledi. Harabe hâlindeki
Lârende’de; saray, bedesten ve çarşı yaptırmak suretiyle geniş îmâr
faaliyetlerinde bulundu.
1481 senesinde babası Fâtih Sultan
Mehmed Han, Gebze’de hastalanarak vefât ettiği zaman, Cem yirmi üç, ağabeyi
şehzâde Bâyezîd ise otuz dört yaşında idi. Her iki şehzâde de iyi yetişmişti.
Cesur ve hareketli olan Cem Sultan daha çok seviliyordu. Babası da çok
sevdiğinden, Kânûnnâme-i âl-i Osman’da şehzâdelere yazılacak hükümlerin
lakapları bahsinde; “Vâris-i mülk-i Süleymânî... Oğlum Cem...” diye yazdırmıştı.
Yeniçerilerin baskısıyla daha önce haber verilen Şehzâde Bâyezîd, İstanbul’a
gelerek tahta geçti. Aradan çok geçmeden durumu öğrenen Cem Sultan, bâzı
teşvikçilerin tavsiyeleri ile saltanat iddiasında bulundu. Etrafına asker
toplayarak Bursa üzerine yürüdü. Karşısına çıkan Ayas Paşa kumandasındaki
kuvvetleri bozguna uğrattıktan sonra Bursa’ya girdi. Kendisini sultan îlân edip,
adına para bastırdı, hutbe okuttu ve on sekiz gün saltanat sürdü.
Etrafına oldukça mühim bir kuvvet
toplamaya muvaffak olan Cem Sultan, mücâdelesine devam etmekte kararlı idi. İki
ordu, 20 Haziran 1481 günü, Yenişehir ovasında karşılaştı. Gedik Ahmed Paşa’nın
sultan Bâyezîd tarafına geçmesi üzerine, Cem Sultan savaş meydanını terk ederek
Konya’ya doğru geri çekildi. Bu çekilme esnasında geçirdiği bir kaza sonucunda
ayağından yaralandı. Konya’da ancak üç gün kalabilen Cem Sultan, annesini,
hanımını ve çocuklarını yanına alarak şehirden ayrıldı. Tarsus, Antakya, Haleb
yoluyla Mısır’a gitti. Arkasından yetişenlerle, maiyyetinin sayısı üç yüzü
buluyordu. Kâhire’ye girişinde sultan Kayıtbay tarafından merasimle karşılandı.
Mısır sultânı; “Sen benim oğlumsun” diye Şehzâde’yi tesellî etti ve çok yakınlık
gösterdi. Cem Sultan 20 Aralık 1481’de hac farîzasını yerine getirmek üzere
Mekke’ye gitti. 12 Mart 1482’de Kâhire’ye döndü.
Bu arada eski Karaman beyi olan
Kasım Bey ve Ankara sancakbeyi Trabzonlu Mehmed Bey’den, halkın sultan
Bâyezîd’den yüz çevirdiği, kendisini beklediğini yazan mektuplar aldı. Kasım
Bey’in gayesi, Karaman Beyliği’ni yeniden kurmaktı. Bu durum üzerine yeniden
ümîde kapılan Cem Sultan’ın Konya ve Ankara harekâtları başarısızlıkla
neticelendi, önce Akşehir’e, sonra da Kasım Bey ile birlikte Taşeli’ne çekilmek
mecburiyetinde kaldı. Kendisini tâkib ederek Konya Ereğlisi’ne gelen sultan
İkinci Bâyezîd’le yeniden müzâkerelere girişti. Ancak bu müzâkereler de,
diğerleri gibi neticesiz kaldı. Çünkü, onun Kudüs’de oturmasını teklif eden
sultan Bâyezîd’e karşılık, Cem Sultan Osmanlı topraklarında hâkim olacağı bir
bölgenin kendisine verilmesi hususunda ısrar ediyordu. Kasım Bey’in teşviki ile
Rumeli’ye gitmek için, Rodos şövalyelerine müracaat etmeye karar verdi. 29
Temmuz 1482 günü, Rodos limanında karaya ayak bastı. Artık, talihsiz şehzâde
için, on iki sene yedi ay sürecek ve sonu ölümle bitecek olan acı gurbet hayâtı
başlıyordu.
Rodos şövalyelerinin reisi olan
Pierre d’Aubusson, daha önce imzaladığı bir senette Cem Sultan’a istediği zaman
Rodos’tan ayrılabilme hakkı tanımıştı. Ancak verilen bu sözü çabuk unutuldu.
Şehzâde’yi elde tutmakla; sultan Bâyezîd Han’a istedikleri yolda andlaşma
yapmaya ve adalarını Osmanlıların fethinden kurtarmaya, aynı zamanda para
koparmaya muvaffak olabileceğini umuyordu. Fakat Sultan’ın müdâhalede
bulunabileceğini düşünen şövalyeler, Cem’in Rodos’ta kalmasına fazla izin
vermediler. Cem Sultan otuz dört gün Rodos’ta kaldıktan sonra, Eylül ayının ilk
günü, Fransa’ya gönderilmek üzere üç yüz kişilik maiyyeti ile birlikte yola
çıkarıldı. Sıkıntılı geçen deniz yolculuğu kırk altı gün sürdü ve Nis’de karaya
çıktı. Şehrin güzelliği dikkatini çekti, gönlünü dindirip, acılarını unutmak
için Türkçe, Farsça şiirler yazdı. Bu şiirlerinden birinin bir beyti şöyledir:
Acâib şehr imiş bu
şehr-i Nîs’te;
Ki kalur yânına her kim ne itse.
Ki kalur yânına her kim ne itse.
Buradan Chamber ve Rumilly
kalelerine nakledildi. Rumilly’de iken Savua dükası birinci Carlo, Cem Sultan’ı
şövalyelerin elinden kurtarmaya çalıştı ise de, durumu öğrenen şövalyeler,
Cem’i, Puet şatosuna götürdüler.
Kardeşi Cem Sultan’ın Avrupa’ya
gitmesi ve hıristiyanların eline geçmesi, ikinci Bâyezid Han’ı çok zor durumda
bıraktı. Buna rağmen hânedânın şerefini korumaya dikkat etti. 7 Aralık 1482 günü
şövalyelerin reîsi ile bir andlaşma imzaladı. Bu andlaşmaya göre, her senenin 1
Ağustos günü kardeşinin masraflarına karşılık kırk beş bin duka altın
ödeyecekti.
Bu sırada Cem, milletlerarası önemli
bir mes’ele hâline geldi. Papa, Fransa, Napoli ve Macaristan kralları, Memlûklü
sultânı, Venedik doçu; Cem Sultan’ı ele geçirmeye çalışıyorlardı. Memlûklü
sultânı Kayıtbay, Cem’i vermesi için Fransa kralı on birinci Louis’e bir milyon
duka altını ödeyeceğini bildirdi. Fakat papa, şehzâde’nin ancak Roma’da muhafaza
edilebileceğini söyleyerek, yeni bir haçlı seferi için ancak kendisinin
Avrupa’yı ayağa kaldırabileceğini söylüyordu. Bu arada Sultan’ın, on birinci
Louis’e gönderdiği elçi Hüseyin Bey, Savua’dan geçerken Cem’le görüşmek istedi
ise de izin verilmedi. 30 Ağustos 1483 senesinde kral Louis ölünce, Şehzâde’yi
muhafaza etmek zorlaştı. Bu durum karşısında şövalyeler, Cem Sultan’ı Sassenape
Şatosu’na götürdüler.
Şövalyeler her taraftan gelen
tehdîdlerden bıkıp usandıkları için, Şehzâde’yi; yüklü bir para karşılığında,
Macaristan kralı Matthius’a teslim etmeye karar verdiler. Bu duruma Venedik
şiddetli şekilde karşı çıktı. Avrupa devletleri, Cem’e sâhib olabilmek için
birbirleri ile savaşacak kadar ileri gittiler. Sultan Bâyezîd Han, kardeşinin
papaya teslim edilmesini istemiyordu. Zîrâ şimdiye kadar düzenlenen bütün haçlı
seferleri dâima papanın teşebbüsü ile olmuştu. Sultan, 1488 senesi sonlarında
Fransa kralı sekizinci Charles’e, kardeşini hiç bir siyâsî teşebbüse âlet
etmeden muhafaza ettiği takdirde, yıllık 50.000 duka altın ödeyecekti. Kral
sultan Bâyezîd’in teklifini kabul etmek istedi ise de, şövalyeler 5 Ekim 1488’de
Şehzâde’yi teslim etmek için papa ile anlaştılar. Cem Sultan’ın, Alman
imparatorluğu’nun eline düşmesi ihtimâli olduğunu fark eden Fransa, bu durumda
onun papa tarafından himaye edilmesini kabul etti.
Fransa’dan yola çıkan Cem Sultan ve
maiyyeti, Mart 1489’da Roma’ya vardı. Papa sekizinci İnnocent, merasim
elbiselerini giymiş vaziyette Vatikan Sarayı’nın kabul salonunda Cem Sultan’ı
ayakta karşıladı. Merasimde, Roma’daki elçilerle papanın kardinalleri de hazır
bulundular. Daha önce protokol görevlileri, imparatorların bile papanın
ayaklarını öptüklerini, kendisinin biraz olsun eğilmesini istediler. Düşman
elinde esir olmasına rağmen asalet ve vakarından asla tâviz vermeyen Cem Sultan;
“Dediğiniz kimseler papadan mağfiret umdukları için ayaklarını öperlermiş.
Hâlbuki ben, mağfireti yalnız Allah’ımdan bekler ve umarım. Bu hususta papaya
hiç bir ihtiyâcım yoktur, ölüme razı olurum, dînime ihanet etmem ve ona zarar
verecek bir harekette bulunmam. Ben, aranıza ahid ile gelmiş yalnız bir
kimseyim. Bunca müddettir beni zulm ile hapsettiniz! Nihayet; “Seni papa davet
ediyor” diyerek buraya getirdiniz. Artık bundan sonrasını nasıl isterseniz öyle
yapınız” dedi ve doğru papanın yanına gitti. Papa da boynuna sarılarak onu
kucaklayıp öptü. Cem’in ikâmetine, sarayın geniş dâirelerinden biri tahsis
edildi. Durumu öğrenen sultan Bâyezîd, bir elçi ile kardeşinin bakımı ve
masrafları için kırk bin altın gönderdi.
1492 senesi Ağustos ayında Papa
innocent’in ölümü ile yerine altıncı Alexander geçti. Papa Alexander, üç yüz bin
altın verildiği takdirde Cem’i öldürebileceğini bildirdi. Bâyezîd Han bu teklifi
kabul etmedi. Bu durumu öğrenen Fransa kralı sekizinci Charles, İtalya’ya girdi.
Papa, Fransız ordusunun üzerine geldiğini öğrendiği zaman, Cem Sultan’ı kendi
hazînesinin saklı bulunduğu kaleye hapsetti (1494). Fransa kralı, Roma’yı
kuşattı. Bir süre sonra Papa, Fransa kralı ile görüştü. Fransa kralı, Cem
Sultan’ı istediğini, sulh şartlarının arasına koydu. Papa, bu isteği kabul etmek
mecburiyetinde kaldı.
Fransa kralı sekizinci Charles, Cem
Sultan’ı ve maiyyetini alarak, Fransa’ya gitmek üzere 1495 senesi başlarında
yola çıktı. Kafile, San Germano şehrine geldiğinde Cem Sultan rahatsızlandı. Bir
müddet sonra, hastalık daha da ilerliyerek, yüzü ve boynu şişti. Artık ata
binecek hâli kalmadığından sedye ile taşınıyordu. Cem Sultan bu hâlde bile,
dâima; “Yâ Rabbî! Eğer bu kâfirler beni bahane edip müslümanlar üzerine
yürürlerse, beni o günlere eriştirme, canımı al!” diye duâ ediyordu. Nihayet 25
Şubat 1495 Çarşamba sabahı, şehâdet getirerek ruhunu teslim etti. Cem Sultan o
sırada 35 yaşlarında idi.
Cem Sultan’ın hastalık veya
zehirlenme neticesinde öldüğüne dâir muhtelif rivayetler vardır. Osmanlı
müellifleri genellikle, papa tarafından gönderilen bir berberin zehirli ustura
ile şehzâdeyi traş ettiğini ve ölümüne sebeb olduğunu bildirmektedir. Haberin
İstanbul’a ulaşmasından sonra, sultan Bâyezîd’in emriyle dükkanlar çarşılar
kapatıldı, fakirlere para dağıtıldı. Ülkedeki bütün câmilerde gâib cenaze namazı
kılındı.
Cem Sultan’ın ölümü kimseye haber
verilmeden, cenazesi, adamlarından kapıcıbaşı Sinân Bey ve Celâl Bey tarafından
yıkandı. Sonra kendi tülbendi ile kefenlenip, orada bulunan altı-yedi kişi
tarafından cenaze namazı kılındıktan sonra, ölüm haberi çevreye duyuruldu.
Na’şı, kurşun bir tabuta konarak sarayın bahçesine defnedildi. Cem Sultan’ın
tabutu, 1499 senesi Ocak ayında İstanbul’a getirildi. Bursa’ya götürülerek büyük
ağabeyi Mustafa’nın yanına defnedildi.
Cem Sultan, vefât etmeden önce
maiyyetindeki beyleri yanına çağırarak bir vasiyyet-nâme hazırlatmıştı.
Vasiyyet-nâme şöyle idi: “Allahü teâlânın emri vâki olduğu zaman, haberi
kardeşime bildiresiniz. Ne vech ile olursa olsun, benim tabutumu kâfir
memleketinde komasın! Ehl-i İslâm memleketine çıkarsın ve bütün borçlarımı
ödesin. Annemi, kızım ve diğer yakınlarım ile hizmetimde bulunan adamlarımı
himaye eylesin.” Sultan Bâyezîd, kardeşinin bu vasiyyetine uyup, adamlarının her
birine me’mûriyet vererek gönüllerini aldı.
Cem Sultan, şâir ve edîb ruhlu bir
zât idi. Avrupa’da bulunduğu müddetçe Fâtih Sultan Mehmed’in oğluna yaraşır
şekilde hareket edip, herkesin takdir ve sevgisini kazanmıştı. İsmi bütün
Avrupa’da şöhret buldu. Cem Sultan uzun boylu, tıknaz, hafif sakallı, vakur ve
çevik bir gençti, ölçülü ve ağır davranışlı idi. Sözünün eri, atılgan bir
insandı. Fransa kralı sekizinci Charles ile ilk görüşmelerinde yanlarında
bulunan Sanuto, Cem Sultan’ın müthiş bir harb adamı olduğunu anlayarak; “Bu
Şehzâde’nin Osmanlı tahtına geçmeyişi, hıristiyan âlemi için Allah’ın bir
lütfudur” demekten kendini alamamıştır.
Cem Sultan, şiirde Bursalı Ahmed
Paşa’nın te’sirinde kalmıştır. Böyle olmakta beraber taklitçi bir şâir değildir.
Gurbette bulunduğu senelerde içli şiirler yazmıştır. Şiirlerinin bir kısmında
lirizm hâkimdir. Gazellerinde gezdiği memleketlere âid izlerden başka, hacca
dâir sık sık îmâlar, hac ıstılahları ile yazılmış mazmunlar vardır. Şiirinde yer
yer kendisinden bahseder. Ayrıca; Şeyh, Necâtî ve Nizâmî’nin te’siri de görülür.
Farsça’yı çok iyi bilirdi. Zamanına kadar yetişen büyük İran şâirlerini çok iyi
tanıyan Cem Sultan, bunlardan istifâde ederek, birçok nazireler de yazmıştır.
Türkçe ve Farsça olmak üzere iki dîvânı vardır.
Cem Sultan, bilim ve san’at
adamlarını yanından ayırmadığı için, şâirlerden bir kısmı gurbet hayâtında bile
onu yalnız bırakmamışlardır. Yanından ayrılmayan; Sa’dî, Haydar,
Sehâî, La’lî, Kandî, Şahidi adlı şâirlere; Cem şâirleri
adı verilmiştir. Bunların en tanınmışı Cem Sa’dîsi diye bilinen Sa’dî’dir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder