10 Nisan 2012 Salı

Filistin


Hazret-i İsa’nın doğup yaşadığı, Allahü teâlânın dînini yaymak için ızdırap çektiği yer olması sebebiyle hıristiyanlarca; kendilerine Allahü teâlâ tarafından vâd edilen yer, ard-ı mev’ûd olduğu için yahûdîlerce; Peygamber efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) mîrâca yükseldiği ve müslümanların ilk kıblesi olan Mescid-i Aksâ’nın bulunması sebebiyle de müslümanlarca mukaddes kabul edilen Kudüs’ün de içinde yer aldığı; kuzeyde Lübnan, güneyde Kızıldeniz, batıda Akdeniz, doğuda Suriye çölü ile çevrili bölgeye verilen ad.

Asya-Afrika yolu üzerinde stratejik bir kavşak noktası olduğundan; eski çağlardan beri istilâ ve göçlere mâruz kalan ve çeşitli medeniyetlere sahne olan Filistin’in bilinen târihi, mîlâddan beş bin sene öncelere kadar uzanır. Nûh aleyhisselâmın torunu ve Hâm’ın oğlu Kenan’ın soyundan gelen Kenânîlerin yerleştiği Filistin’e ilk olarak İbrâhim aleyhisselâm ile Lût aleyhisselâm geldiler. Daha sonra İbrânım aleyhisselâmın oğlu İshak aleyhisselâm orada ikâmet etti. Onun oğlu Ya’kûb aleyhisselâm da oğulları ile birlikte Mısır’a göçmeden önce bir müddet kaldı. Mısır’da mâliye nâzırı olan oğlu Yûsuf aleyhisselâmın daveti üzerine Mısır’a giden Ya’kûb aleyhisselâm, Benî İsrail adıyla anılan çocukları ve torunları ile birlikte orada yerleşti.
Daha sonra Benî İsrail, Mûsâ ve Hârûn aleyhimesselâm zamanında Fir’avn’ın zulmü sebebiyle Mısır’dan çıkıp, Mûsâ aleyhisselâmı dinlemedikleri için Tih çölünde, kırk sene şaşkın bir surette dolaştıktan sonra, Filistin’e yerleştiler. Dâvûd aleyhisselâm zamanında aldıkları Kudüs’ü, Süleymân aleyhisselâm zamanında îmâr ettiler. İsrâiloğulları güçlü bir devlet kurdular. M.Ö. 931’de kuzeyde İsrail, güneyde Juda (Yahuda) krallıklarına bölündüler. Daha sonraki devirlerde Âsurlular, Bâbiller, Persler ve Romalıların hâkimiyeti altına giren Filistin, Roma İmparatorluğu ikiye bölününce, Bizanslıların (Doğu Roma İmparatorluğu) payına düştü. İslâmiyet’in zuhurundan sonra hazret-i Ebû Bekr zamanında Gazze ve Ecnâdeyn, hazret-i Ömer zamanında da Kudüs’ün feth edilmesiyle müslümanların hâkimiyeti altına giren Filistin’e; Emevî, Abbasî, Fatımî ve Selçuklular hâkim oldular. 1099’daki haçlı seferleri neticesinde Kudüs’de hıristiyan krallığı kuruldu. 1187’de Selâhaddîn Eyyûbî, Kudüs’ü yeniden feth ederek Filistin’e hâkim oldu. 1281’de Akka’nın fethi ile Memlûklü hâkimiyetine giren Filistin, 1516 senesinde Yavuz Sultan Selîm Han’ın Mercidabık zaferiyle Osmanlı topraklarına katıldı.
Kudüs, Gazze ve Nablus olmak üzere üç sancağa ayrılan Filistin, Şam eyâletine bağlandı. Filistin halkı, Osmanlı Devleti hâkimiyetinde uzun zaman bolluk, huzur ve refah içinde yaşadı. Osmanlı Devleti zayıflayınca, Filistin’deki sancaklar eyâlet, sonra da bağımsız emirlikler hâline geldi. 1799’da Napolyon Bonapart Mısır seferinde, Yafa’ya kadar Filistin’in bir kısmını ele geçirdi. Ancak Cezzâr Ahmed Paşa kumandasındaki Osmanlı ordusu, Akka önlerinde Napolyon’un ordusunu geri püskürttü (1799). Sonra, Mısır vâlisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın oğlu Tosun İbrâhim Paşa, Filistin’e hâkim olunca, bölge, 1840’a kadar Mısır idaresinde kaldı. Orta Doğu’nun zenginliklerinden faydalanmak ve dünyâ hâkimiyetini devam ettirmek isteyen İngiltere, on dokuzuncu yüzyılın başından îtibâren, Osmanlı Devleti’ni yıkmak ve İslâm ülkelerini bölmek için, Filistin’de bir yahûdî devleti kurulması, bunun için de dünyâ yahûdîlerini bir bayrak altında toplama fikrini ortaya attı. İngiliz hükümeti ve yahûdîler, Sir Herry Finch isimli bir avukata Calling of the Jews adında bir kitap yazdırdılar. Bu kitapta, yahûdîlerin, Filistin’de bir yahûdî devleti kurmaları fikri işlenerek, kamuoyu meydana getirildi. Londra’da yerleşen ve büyük servet sahibi olan İtalyan yahûdîsi Musos Haim Montefiore, 1824 yılında Filistin’e göç etti ve 1837’ye kadar burada yaşadı. Bu târihte Filistin’de sekiz bine yakın yahûdî nüfûsu bulunuyordu. Bu kadarcık nüfûsla devlet kurulamıyacağını anlayan Musos Haim Montefiore, 1837’de Londra’ya döndü. Yazdığı bir kitapda Filistin’in tarıma elverişli olduğunu anlatıp yahûdîlerin Filistin’e göç etmesini teşvik etti.
İngiltere hükûmeti, konsolosluklarına gönderdiği bir emirle Filistin’deki yahûdîlerin korunmasını bildirdi. 1862’de Mûsâ Hese isimli bir Alman yahûdîsi, Roma ve Kudüs isimli kitabında; yahûdî dâvasının ortaya atılacağı ve emellerinin tahakkuk edeceği günün yaklaştığını, her ne bahasına olursa olsun, Filistin’de bir yahûdî devleti kurulacağını, bu işe Fransa’nın yardımcı olacağını, hattâ Fransız ihtilâlinin bu maksatta yapıldığını yazdı. Komünist fikirlerin de savunuculuğunu yapan Hess için yahûdî devleti başlıbaşına bir gaye olmayıp, özlemini çektiği marksist bir sosyo-ekonomik sistemin deneneceği laboratuvardı.
Bu sırada hıristiyan cemiyetlerini bir salgın gibi saran yahûdî aleyhdârlığı da yahûdîleri, birleşerek müstakil bir devlet kurmaya yöneltti. Rusya ve Romanya’da yahûdîlere karşı çok sert muameleler yapılıyordu. 1878’de Rusya’da yahûdî talebeler muhtelif cemiyetler kurdular. Hayfa yakınlarında iki bin dönüm arazî satın alınarak zirâat okulu kuruldu ve bu okula Mihfeh İsrâel adı verildi. Rusya’da kurulan Siyonizmi sevenler cemiyeti, yahûdîlerin Filistin’e göç etmelerini teşvik etti. 1881’de çar ikinci Alexandre öldürüldükten sonra faaliyetlerini artıran yahûdîler, Filistin’de koloniler kurmaya başladılar. 1884 yılında bir Rus yahûdîsi olan Leon Pinsher’in başkanlığında ilk yahûdî millî kongresi toplandı. 1891’de Rusya’dan Kudüs’e gelen Elleze Ben Yehude, yahûdî lisânının kaybolmaması için, İbrânice lügatını neşretti. Alman yahûdîsi Hırsch, yahûdî devletinin Arjantin’de kurulmasını ileri sürdüyse de, yahûdî yazar Shmaryahu Levin, Youth in Revolt adlı eseri ile bu fikrin yahûdî dâvasına ihanet olduğunu söyledi. 1896’da Avusturyalı gazeteci yahûdi Thedor Hertzel, Yahûdî Devleti isimli bir kitap yazdı. Bu kitap siyonizmin kuruluşunu te’min etti. 1897’de dünyâ siyonist teşkilâtı kuruldu. 27 Ağustos 1897’de İsviçre’nin Bezel (Basle) şehrinde üç gün süren birinci siyonist kongresi toplandı. Thedor Hert-zel 3 Eylül 1897 târihinde hâtıralarına şu notu düşmüştü: “Bugün Bazel’de yahûdî devletini kurdum. Eğer bugün bunu dünyâ kamuoyuna açıklarsam herkes beni alaya alır. Oysaki belki beş, fakat hiç şüphesiz ki, elli sene içinde herkes bu gerçeği görecektir. Yahûdî devletinin mevcudiyeti manevî temellere oturtulmuştur. Bu devlet, yahûdî halkının bu husustaki arzu ve azmi ile kurulmuştur.” Bu zamana kadar yahûdîlerin Filistin’de toplanması ve yahûdî devleti kurulması bir fikir iken, bu târihten sonra tek hedef olarak kabul edildi.
Bu kongre ile nihâî hedeflerini tesbit eden yahûdîler; “Nil’den Fırat’a kadar bütün bölgeler yahûdî kolonizasyonuna açılmalıdır” tezini savunmaya başladılar. Kongreyi tâkib eden ve yahûdîlerin bu kirli emellerini tesbit eden zamanın Berlin Osmanlı büyükelçisi Ahmed Tevfik Paşa, Bâb-ı âlîye yolladığı raporda yahûdîlerin Filistin’de büyük bir devlet kurmayı tasarladıklarını bildirdi.
Siyonizmin hedeflerini gerçekleştirmek için ticarî bir şirket kuruldu. İki milyon Sterlin sermayeli Karen Kaymet adlı bir vezne vasıtasıyla Filistin’de yahûdî kolonileri kurulmasına karar verildi.
Yahûdîlerin bu sinsi emellerini tesbit eden ve siyonizmin tehlikesini gören İkinci Abdülhamîd Han, buna manî olmak için Filistin’in bütün topraklarını sarayın (Osmanlı hânedânının) mülkü hâline getirdi. Filistin’de toprak satışını kesin olarak önledi. Siyonizm teşkilâtının lideri Thedor Hertzel, bir çok defa Osmanlı sarayına ve Bâb-ı âlî hükümetine mektûb yazdı, ikinci Abdülhamîd Han’la görüşmesi ve arabuluculuk yapması için Polanyalı asilzade Newlinski’yi gönderdi. Abdülhamîd Han, Newlinski’ye; “Eğer Bay Hertzel, senin, benim arkadaşım olduğun gibi arkadaşın ise, ona söyle bu mes’elede ikinci bir adım atmasın. Ben bir karış da olsa toprak satmam. Zîrâ bu vatan bana değil milletime âiddir. Milletim bu toprakları kanlarını dökerek kazanmışlar ve yine kanlarıyla mahsuldar kılmışlardır. O bizden ayrılıp uzaklaşmadan tekrar kanlarımızla örteriz. Benim Suriye ve Filistin alaylarımın efradı birer birer Plevne’de şehîd düşmüşlerdir. Bir tanesi dahi geri dönmemek üzere hepsi muhârebe meydanında kalmışlardır. Bu vatan benim değil milletimindir. Bırakalım yahûdîler milyarlarını saklasınlar. Benim imparatorluğum parçalandığı zaman onlar Filistin’i karşılıksız ele geçirebilirler. Fakat bizim cesetlerimiz taksim edilebilir. Ben canlı bir beden üzerine ameliyat yapılmasına müsâde edemem” diye cevap verdi. Bu teşebbüsün arkasında İslâm düşmanı İngiltere ve meşhûr yahûdî asıllı banker Roçil de vardı.
İngilizlerin ve yahûdîlerin bu sinsi plânları ve istekleri karşısında, sultan İkinci Abdülhamîd Han bâzı tedbirler aldı. Filistin’i doğrudan İstanbul’a bağlayabilmek için, Suriye ve Filistin’de sulh ve nizâmın muhâfazasıyla vazifeli ve Şam vâlisinin emrinde olan Beşinci orduyu İstanbul tarafından tâyin edilen ve harbiye vekâletine bağlı bir müşîrin emrine verdi. Bu şekilde Avrupa devletlerinin müdâhalesini gerektirecek muhtemel bir ihtilâlin önüne geçiliyordu. Ayrıca bu ordudan başka yerli ahâliden meydana gefen mahallî milis kuvvetleri teşkil ettirdi. Bu kuvvetlere umûmî olarak Hamîdiye alayları deniliyordu (Bkz. Hamîdiye alayları). Doksanüç harbinden sonra Balkanlardan ve Kafkasya dan göç eden müslümanların bir kısmını da Filistin’in Horan bölgesine yerleştirdi. Burada teşkil edilen mahallî milis kuvvetlerinin geçimlerini te’min etmek ve Filistin’in iktisadî kalkınmasını sağlamak için ekilebilir toprakları genişletme hususunda tedbirler aldı. Bu bölgelerde modern tarım araç ve metodlarının kullanılışını yerli halka gösteren model çiftlikler kurdurdu. Filistin’in kalkınmasında ticâretin önemli olduğuna inanan Sultan, Hayfa ile Yafa, Yafa ile Kudüs arasında demiryolu hattının döşenmesi için bir Fransız şirketine gerekli imtiyazı verdi. Aynı Fransız şirketine, Filistin’i; Beyrut, Şam ve Haleb’e bağlayacak demiryolu ihalesini verdi. Bütün bu hatlar yirminci yüzyılın başında açılmış, kargo ve yolcu taşımacılığına başlanmıştı. Bu çalışmalardan sonra Hayfa ve Yafa limanları Arab pazarlarını Avrupa müşterisine açan ticâret merkezleri hâline geldi. Filistin’den Avrupa’ya ihraç edilen yağ, tahıl ürünleri, susam, tütün, ipek, turunçgiller gibi maddelerin satışından elde edilen kazanç, mahallî üreticinin cebine kâr ve Osmanlı Devleti bütçesine de gümrük olarak giriyordu. Beyrut, Hayfa, Horan, Kudüs ve Yafa’da ticâret adaları kuruldu. Bu devirde Filistin’deki iktisadî hayat o kadar gelişmişti ki, Pâdişâh’ın otuz yılı aşkın saltanat devrinde hiç bir zaman mahallî bütçesinde açık vermemiş, zarar göstermemişti. Filistin’in her bakımdan rahat ve refah seviyesinin yüksek olduğunu ve gittikçe geliştiğini gören ve; “Filistin’deki Hamid rejimi bir bütün olarak ele alındığında, bir terakkî ve inkişâf devridir” diyen İngilizler, Thedor Hertzel’i teşvik ve tahrik etmeye devam ettiler. Thedor Hertzel, sultan İkinci Abdülhamîd Han’ın Newlinski’ye verdiği cevâba rağmen fikrinden vaz geçmedi. İngilterenin arabuluculuk yapmasıyla defalarca İstanbul’a geldi. 3 Ağustos 1899, 13 Mayıs 1900 ve 18 Mayıs 1901 târihlerinde sultan İkinci Abdülhamîd Han’a başvurdu ve isteklerini tekrarladı. Hepsinde de red cevâbı aldı. Thedor Hertzel’in, Sultan’ın huzuruna son çıkışında, yanında hahambaşı Mûsâ Levi de vardı. Bu görüşmede de Filistin’den yahûdîlere toprak satılmasını istediler ve şu tekliflerde bulundular: “Yahudiler Osmanlı Devleti’nin bütün borçlarını ödeyecek, Osmanlı Devleti’ne büyük yardımda bulunacaklardı. Sultan İkinci Abdülhamîd Han’ın siyâsetini Avrupa’da destekleyecekler, Osmanlı Devleti’nde inşâ edilecek savaş üslerinin parasını ödeyecekler, sultan İkinci Abdülhamîd Han’a şahsı için büyük servet vereceklerdi. Ayrıca Filistin’de kurulacak büyük üniversitede Türk talebeleri de okuyacaktı.”
Bu teklifler karşısında hiddetlenen Abdülhamîd Han; “Dünyânın bütün devletleri ayağıma gelse ve bütün hazînelerini kucağıma dökseler, size siyonistlik adına bir karış yer vermem. Ecdadımızın ve milletimizin kanıyla elde edilen bir vatan para ile satılamaz. Derhâl burayı terk edin” cevâbını verdi. Ayrıca Makedonya’daki gizli İttihâd ve Terakkî cemiyeti üyesi yahûdî Emanuel Karaso da Filistin’de bir yahûdî devleti kurulması için Abdülhamîd Han’dan toprak satın almak istedi. Pâdişâh’ın karşı çıkması üzerine aleyhinde bulunan bir casus teşkilâtının başına geçti.
Siyonistlerin sesi ve batı emperyalizminin elçisi durumundaki Hertzel’in çabaları boşa çıkınca, sömürgeci güçler ve Siyonistler, Abdülhamîd Han’dan kurtulma yollarını aradılar; nihayet tahttan indirmeye karar verdiler.
Osmanlı Devleti’nin yıkılmasını ve parçalanmasını isteyen siyonistler, diğer dış güçler, ermeni ve bulgar komitacılarıyla ve içerideki İttihâd ve Terakkî cemiyeti ile işbirliği yaparak İkinci Abdülhamîd’i tahttan indirmek teşebbüsüne giriştiler. 24 Şubat 1904’de boğazdan geçecek iki geminin Yıldız Sarayı’nı topa tutmasını plânladılar. Kötü sonuçlarından korkulduğu için vazgeçtiler. 21 Temmuz Cuma günü, Cuma namazından çıkışta ermeniler tarafından girişilen bombalı suîkasd de netîcesiz kaldı. 23 Temmuz 1908’de İkinci Meşrûtiyet’in ilânından sonra seçilen Meclis-i meb’ûsâna, diğer azınlık meb’ûslardan başka yahûdî meb’ûslar da girdi. 31 Mart vak’asını müteâkib Abdülhamîd Han’ın tahttan indirilip Selânik’e gönderilmesinden sonra, iktidarı tamamen ele geçiren İttihâdçıların kurduğu hükümette üç yahûdî veya dönmeye nâzırlık (bakanlık) verildi. Bu bakanlıklar mâliye, ticâret ve zirâat ile nâfia nâzırlıklarıydı. Sultan İkinci Abdülhamîd Han’a hal’ karârını tebliğ edenlerden birisi yahûdî Emanuel Karaso idi.
İktidara tamamen yerleşen İttihâd ve Terakkî, dış ülkelerdeki yahûdîlerin Osmanlı ülkesinde arazî alamayacaklarına dâir kanunnâme ile yahûdîlerin Filistin’de mülk edinemeyeceklerine dâir Bâb-ı âlî kararnamesini ve bu konudaki diğer kararları kaldırarak azınlıkların toprak satın alabileceğine dâir kânun çıkarttı. İttihâd ve Terakkî’nin ihanetlerinden biri de bu idi. Yahûdîler tapularıyla birlikte geniş topraklar satın aldılar. Sultan İkinci Abdülhamîd Han’ın şahsî (hânedân ) arazisi kasden ve yok pahasına yahûdîlere satıldı. İttihâd ve Terakkî ileri gelenlerinin bir emr-i vâkisi ile Osmanlı Devleti Birinci Dünyâ harbine katıldı. Filistin ve Suriye bölgesinde İngilizlere karşı Sina cephesi açıldı. Osmanlı toprakları ve Ortadoğu üzerinde kirli emelleri olan İngilizler, Mısır’ı işgal edip üs olarak kullandılar. Alman generali Liman Von Sanders ve Cemâl Paşa idaresindeki Osmanlı orduları 1915’de kanal harekâtına giriştiler. Fakat zâyîât vererek El-Ariş’e çekildiler (Bkz. Kanal Harekâtı).
İngiliz ve Fransızlar arasında Mayıs 1916’da imzalanan Sykes Picot gizli andlaşmasına göre, Irak ve Şark-ül-Ürdün İngiltere’ye, Suriye ve Lübnan Fransa’ya bırakılacak, Filistin’de önce beynelmilel bir idare, bilâhare yahûdî devleti kurulacak; Hayfa İngiltere’ye, İskenderun ise Fransa’ya âid birer serbest liman olarak kalacaktı.
Ağustos 1916’daki ikinci kanal harekâtı da netîce vermeyince, İngilizler, Filistin ve Suriye’yi işgal için harekâtı hızlandırdılar ve 6 Ekim 1917’de Gazze’yi işgal ettiler. 2 Kasım 1917’de, İngiliz bakanlarından Lord Belfour bir beyânname neşr etti. Bu beyânname ile; “Kral hazretlerinin hükümeti, Filistin’de yahûdîlere millî bir vatan te’sisine muhakkak nazariyle bakıyor. Bu gayenin tahakkuku için büyük bir potansiyel harcayacaktır” denerek yahûdî devleti kurulması vâd edildi.
10 Aralık 1917’de Kudüs’ü işgal eden İngilizler, 30 Eylül 1918 de Şam’a girdiler. Fransızlar ise Beyrut’u işgal ettiler. 29 Ekim 1918’de ateşkes andlaşması imzalandı. Belfour vâdi üzerine kendilerini müstakil bir devlet gibi gören yahûdîler, hemen siyon ordusu kurdular. 11 Aralık 1917’de Kudüs’e giren İngiliz kuvvetleri kumandanı Allenby, beraberinde yahûdî (siyon) kuvvetlerini de Kudüs’e soktu. 1920 Sanremo toplantısında İngiltere, Fransa ve İtalya delegeleri; Filistin, Suriye, Irak ve Lübnan’ın, İngiltere ve Fransa arasında paylaşılmasına ve buralarda manda idaresi kurulmasına karar verdiler. Kânûnî dayanaktan mahrum ve devletler hukuku kaidelerine aykırı olan Belfour vâdi daha sonra tahakkuk etti.
Bu arada İttihâd ve Terakkî’nin yaptığı uygulamalara karşı çıkan İngilizlerin teşvik ve desteğiyle hareket eden arablar da, Osmanlı Devleti’ne karşı isyân ederek Filistin’in İngilizlere geçmesine ve daha sonra da yahûdîlerin yerleşmesine sebeb oldular. 3 Ocak 1919’da yahûdîlerle arablar arasında imzalanan andlaşmada arablarla yahûdî halkı arasındaki ırkî akrabalık hatırlatıldıktan sonra, yahûdîlerin Filistin’e göç etmeleri, toprağın değerlendirilmesi ve tarıma geçmek suretiyle yerleştirilmelerinin kolaylaştırılması kararlaştırıldı. Bu andlaşma ile köylülerin ve arab çiftçilerin hakları garanti altına alınacaktı.
Filistin’e yerleşen yahûdîler ülkeyi îmâr etmeye başladılar. Sahildeki düzlüklerde ve Necef çölünde yeni yerleşim yerleri ve çiftlikler kurdular. Ancak bu faâliyetler, yahûdîlerle arabların arasının yavaş yavaş açılmasına sebeb oldu. Arab halkı; “Yahudilere ölüm!” avâzeleriyle ayaklandı. Filistin’de kanlı çarpışmalar baş gösterdi.
Daha sonraki senelerde de devam eden çarpışmalar ve isyânlardan sonra, Ürdün’ün doğu kesiminde 15 Mayıs 1923’de Şerîf Abdullah’ın idaresinde Ürdün Arab Emirliği kuruldu. Filistinliler ise, Filistin müslüman konseyi etrafında toplandılar. Daha sonra Filistinliler, İngilizlere ve Siyonistlere tâviz vermek istemeyen ve İngilizlerle ılımlı münâsebetler kurmak isteyen iki gruba ayrıldılar. 1929’da yeni ayaklanmalar patlak verdi. 1933’ten sonra, nazilerden kaçan yahûdî göçmenlerin Filistin’e akını, Filistinlilerin tepkisini şiddetlendirdi. Üç yıl içinde 135.000 yahûdî Filistin’e geldi. 1935’de 1.300.000’lik toplam nüfûsun 355.000’i yahûdiydi. Filistinli arablar 1936’da Nisan’dan Ekim’e kadar süren genel grev yaptılar. Liderleri sürgün edilen ve pek çok kayıp veren Filistinliler zayıf düşerek, 1937’de hareketlerini yavaşlattılar.
1937’de İngiltere, Filistin’in kurulacak bir Arab devletiyle İngiliz mandasında bir yahûdî devleti arasında paylaştırılmasını kararlaştırdı. Ancak ikinci Dünyâ savaşı öncesinde arablarla birlikte hareket etmek zorunda kalan İngiltere bu plândan vazgeçti. Yahûdî göçünü kısıtlayıcı bâzı tedbirler aldı. On yıl içinde bağımsız bir Filistin devletinin kurulacağını açıkladı. Bu tedbirler yahûdîlerin tepkisine yol açtı. İkinci Dünyâ savaşından sonra bir yahûdî devletinin kurulmasını isteyen Siyonist hareketin ve manda rejiminin yerine bağımsız bir Filistin devletinin geçmesini isteyen arabların baskısıyla karşılaştı. 1945 yılında bir İngiliz-Amerikan komitesi kurulduğu duyuruldu. Bu komite Filistin’e 100.000 yahûdînin hemen kabul edilmesini istedi. Bu sırada, merkezi Kâhire’de olan yüksek arab komitesi kuruldu. Bu zamana kadar Filistin mes’elesine bir çözüm getirilmediğini açıklayan İngiltere, konuyu Birleşmiş Milletler Cemiyeti’ne bıraktı. Birleşmiş Milletler genel kurulu, konuyla ilgili bir komisyon kurulmasını kararlaştırdı. Kurulan bu komisyonun üyelerinin çoğu, Filistin’de ekonomik yönden birbirine bağlı biri arab, diğeri yahûdî iki devletin kurulmasını istediler. Kudüs’ün milletlerarası bir statüde kalmasını isteyen bu plân, 29 Kasım 1947’de Birleşmiş Milletler genel kurulunca kabul edildi. Aynı plânın arab devletleri tarafından kabul edilmemesi üzerine, 1948’de arablar ile yahûdîler arasında çarpışmalar oldu. 14 Mayıs 1948’de İsrail Devleti’nin kurulduğu îlân edildi. İsrail Devleti’nin kuruluşundan sonra Arab-İsrâil savaşı patlak verdi. Savaş sona erince, Birleşmiş Milletler plânınca öngörülen arab devletlerinin arazisi İsrail ve Ürdün tarafından ilhak edilmişti. Gazze şeridini de Mısır işgal etmişti. Daha sonraki yıllarda devam eden gelişmeler Filistin mes’elesinin çıbanbaşı olarak kalmasını devam ettirdi.
Osmanlı Devleti hâkimiyetindeyken sulh, huzur ve refah içinde yaşayan Filistinliler, bugün geçmişte İngilizlerle birlikte hareket etmenin acı ve yüklü faturasını öderken; İngiltere, Osmanlı Devleti’ni parçalamak ve yıkmak suretiyle; Ortadoğunun, dolayısıyla dünyânın huzurunu bozmanın rahatlığı içindedir. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder