Hazret-i İsa’nın doğup yaşadığı,
Allahü teâlânın dînini yaymak için ızdırap çektiği yer olması sebebiyle
hıristiyanlarca; kendilerine Allahü teâlâ tarafından vâd edilen yer, ard-ı
mev’ûd olduğu için yahûdîlerce; Peygamber efendimizin (sallallahü aleyhi ve
sellem) mîrâca yükseldiği ve müslümanların ilk kıblesi olan Mescid-i Aksâ’nın
bulunması sebebiyle de müslümanlarca mukaddes kabul edilen Kudüs’ün de içinde
yer aldığı; kuzeyde Lübnan, güneyde Kızıldeniz, batıda Akdeniz, doğuda Suriye
çölü ile çevrili bölgeye verilen ad.
Asya-Afrika yolu üzerinde stratejik
bir kavşak noktası olduğundan; eski çağlardan beri istilâ ve göçlere mâruz kalan
ve çeşitli medeniyetlere sahne olan Filistin’in bilinen târihi, mîlâddan beş bin
sene öncelere kadar uzanır. Nûh aleyhisselâmın torunu ve Hâm’ın oğlu Kenan’ın
soyundan gelen Kenânîlerin yerleştiği Filistin’e ilk olarak İbrâhim aleyhisselâm
ile Lût aleyhisselâm geldiler. Daha sonra İbrânım aleyhisselâmın oğlu İshak
aleyhisselâm orada ikâmet etti. Onun oğlu Ya’kûb aleyhisselâm da oğulları ile
birlikte Mısır’a göçmeden önce bir müddet kaldı. Mısır’da mâliye nâzırı olan
oğlu Yûsuf aleyhisselâmın daveti üzerine Mısır’a giden Ya’kûb aleyhisselâm, Benî
İsrail adıyla anılan çocukları ve torunları ile birlikte orada yerleşti.
Daha sonra Benî İsrail, Mûsâ ve
Hârûn aleyhimesselâm zamanında Fir’avn’ın zulmü sebebiyle Mısır’dan çıkıp, Mûsâ
aleyhisselâmı dinlemedikleri için Tih çölünde, kırk sene şaşkın bir surette
dolaştıktan sonra, Filistin’e yerleştiler. Dâvûd aleyhisselâm zamanında
aldıkları Kudüs’ü, Süleymân aleyhisselâm zamanında îmâr ettiler. İsrâiloğulları
güçlü bir devlet kurdular. M.Ö. 931’de kuzeyde İsrail, güneyde Juda (Yahuda)
krallıklarına bölündüler. Daha sonraki devirlerde Âsurlular, Bâbiller, Persler
ve Romalıların hâkimiyeti altına giren Filistin, Roma İmparatorluğu ikiye
bölününce, Bizanslıların (Doğu Roma İmparatorluğu) payına düştü. İslâmiyet’in
zuhurundan sonra hazret-i Ebû Bekr zamanında Gazze ve Ecnâdeyn, hazret-i Ömer
zamanında da Kudüs’ün feth edilmesiyle müslümanların hâkimiyeti altına giren
Filistin’e; Emevî, Abbasî, Fatımî ve Selçuklular hâkim oldular. 1099’daki haçlı
seferleri neticesinde Kudüs’de hıristiyan krallığı kuruldu. 1187’de Selâhaddîn
Eyyûbî, Kudüs’ü yeniden feth ederek Filistin’e hâkim oldu. 1281’de Akka’nın
fethi ile Memlûklü hâkimiyetine giren Filistin, 1516 senesinde Yavuz Sultan
Selîm Han’ın Mercidabık zaferiyle Osmanlı topraklarına katıldı.
Kudüs, Gazze ve Nablus olmak üzere
üç sancağa ayrılan Filistin, Şam eyâletine bağlandı. Filistin halkı, Osmanlı
Devleti hâkimiyetinde uzun zaman bolluk, huzur ve refah içinde yaşadı. Osmanlı
Devleti zayıflayınca, Filistin’deki sancaklar eyâlet, sonra da bağımsız
emirlikler hâline geldi. 1799’da Napolyon Bonapart Mısır seferinde, Yafa’ya
kadar Filistin’in bir kısmını ele geçirdi. Ancak Cezzâr Ahmed Paşa
kumandasındaki Osmanlı ordusu, Akka önlerinde Napolyon’un ordusunu geri
püskürttü (1799). Sonra, Mısır vâlisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın oğlu Tosun
İbrâhim Paşa, Filistin’e hâkim olunca, bölge, 1840’a kadar Mısır idaresinde
kaldı. Orta Doğu’nun zenginliklerinden faydalanmak ve dünyâ hâkimiyetini devam
ettirmek isteyen İngiltere, on dokuzuncu yüzyılın başından îtibâren, Osmanlı
Devleti’ni yıkmak ve İslâm ülkelerini bölmek için, Filistin’de bir yahûdî
devleti kurulması, bunun için de dünyâ yahûdîlerini bir bayrak altında toplama
fikrini ortaya attı. İngiliz hükümeti ve yahûdîler, Sir Herry Finch isimli bir
avukata Calling
of the Jews
adında bir kitap yazdırdılar. Bu kitapta, yahûdîlerin, Filistin’de bir yahûdî
devleti kurmaları fikri işlenerek, kamuoyu meydana getirildi. Londra’da yerleşen
ve büyük servet sahibi olan İtalyan yahûdîsi Musos Haim Montefiore, 1824 yılında
Filistin’e göç etti ve 1837’ye kadar burada yaşadı. Bu târihte Filistin’de sekiz
bine yakın yahûdî nüfûsu bulunuyordu. Bu kadarcık nüfûsla devlet
kurulamıyacağını anlayan Musos Haim Montefiore, 1837’de Londra’ya döndü. Yazdığı
bir kitapda Filistin’in tarıma elverişli olduğunu anlatıp yahûdîlerin Filistin’e
göç etmesini teşvik etti.
İngiltere hükûmeti,
konsolosluklarına gönderdiği bir emirle Filistin’deki yahûdîlerin korunmasını
bildirdi. 1862’de Mûsâ Hese isimli bir Alman yahûdîsi, Roma ve Kudüs isimli
kitabında; yahûdî dâvasının ortaya atılacağı ve emellerinin tahakkuk edeceği
günün yaklaştığını, her ne bahasına olursa olsun, Filistin’de bir yahûdî devleti
kurulacağını, bu işe Fransa’nın yardımcı olacağını, hattâ Fransız ihtilâlinin bu
maksatta yapıldığını yazdı. Komünist fikirlerin de savunuculuğunu yapan Hess
için yahûdî devleti başlıbaşına bir gaye olmayıp, özlemini çektiği marksist bir
sosyo-ekonomik sistemin deneneceği laboratuvardı.
Bu sırada hıristiyan cemiyetlerini
bir salgın gibi saran yahûdî aleyhdârlığı da yahûdîleri, birleşerek müstakil bir
devlet kurmaya yöneltti. Rusya ve Romanya’da yahûdîlere karşı çok sert
muameleler yapılıyordu. 1878’de Rusya’da yahûdî talebeler muhtelif cemiyetler
kurdular. Hayfa yakınlarında iki bin dönüm arazî satın alınarak zirâat okulu
kuruldu ve bu okula Mihfeh İsrâel adı verildi. Rusya’da kurulan Siyonizmi
sevenler cemiyeti, yahûdîlerin Filistin’e göç etmelerini teşvik etti. 1881’de
çar ikinci Alexandre öldürüldükten sonra faaliyetlerini artıran yahûdîler,
Filistin’de koloniler kurmaya başladılar. 1884 yılında bir Rus yahûdîsi olan
Leon Pinsher’in başkanlığında ilk yahûdî millî kongresi toplandı. 1891’de
Rusya’dan Kudüs’e gelen Elleze Ben Yehude, yahûdî lisânının kaybolmaması için,
İbrânice lügatını neşretti. Alman yahûdîsi Hırsch, yahûdî devletinin Arjantin’de
kurulmasını ileri sürdüyse de, yahûdî yazar Shmaryahu Levin, Youth in
Revolt adlı eseri ile bu fikrin yahûdî dâvasına ihanet olduğunu
söyledi. 1896’da Avusturyalı gazeteci yahûdi Thedor Hertzel, Yahûdî
Devleti isimli bir kitap yazdı. Bu kitap siyonizmin kuruluşunu te’min
etti. 1897’de dünyâ siyonist teşkilâtı kuruldu. 27 Ağustos 1897’de İsviçre’nin
Bezel (Basle) şehrinde üç gün süren birinci siyonist kongresi toplandı. Thedor
Hert-zel 3 Eylül 1897 târihinde hâtıralarına şu notu düşmüştü: “Bugün Bazel’de
yahûdî devletini kurdum. Eğer bugün bunu dünyâ kamuoyuna açıklarsam herkes beni
alaya alır. Oysaki belki beş, fakat hiç şüphesiz ki, elli sene içinde herkes bu
gerçeği görecektir. Yahûdî devletinin mevcudiyeti manevî temellere
oturtulmuştur. Bu devlet, yahûdî halkının bu husustaki arzu ve azmi ile
kurulmuştur.” Bu zamana kadar yahûdîlerin Filistin’de toplanması ve yahûdî
devleti kurulması bir fikir iken, bu târihten sonra tek hedef olarak kabul
edildi.
Bu kongre ile nihâî hedeflerini
tesbit eden yahûdîler; “Nil’den Fırat’a kadar bütün bölgeler yahûdî
kolonizasyonuna açılmalıdır” tezini savunmaya başladılar. Kongreyi tâkib eden ve
yahûdîlerin bu kirli emellerini tesbit eden zamanın Berlin Osmanlı büyükelçisi
Ahmed Tevfik Paşa, Bâb-ı âlîye yolladığı raporda yahûdîlerin Filistin’de büyük
bir devlet kurmayı tasarladıklarını bildirdi.
Siyonizmin hedeflerini
gerçekleştirmek için ticarî bir şirket kuruldu. İki milyon Sterlin sermayeli
Karen Kaymet adlı bir vezne vasıtasıyla Filistin’de yahûdî kolonileri
kurulmasına karar verildi.
Yahûdîlerin bu sinsi emellerini
tesbit eden ve siyonizmin tehlikesini gören İkinci Abdülhamîd Han, buna manî
olmak için Filistin’in bütün topraklarını sarayın (Osmanlı hânedânının) mülkü
hâline getirdi. Filistin’de toprak satışını kesin olarak önledi. Siyonizm
teşkilâtının lideri Thedor Hertzel, bir çok defa Osmanlı sarayına ve Bâb-ı âlî
hükümetine mektûb yazdı, ikinci Abdülhamîd Han’la görüşmesi ve arabuluculuk
yapması için Polanyalı asilzade Newlinski’yi gönderdi. Abdülhamîd Han,
Newlinski’ye; “Eğer Bay Hertzel, senin, benim arkadaşım olduğun gibi arkadaşın
ise, ona söyle bu mes’elede ikinci bir adım atmasın. Ben bir karış da olsa
toprak satmam. Zîrâ bu vatan bana değil milletime âiddir. Milletim bu toprakları
kanlarını dökerek kazanmışlar ve yine kanlarıyla mahsuldar kılmışlardır. O
bizden ayrılıp uzaklaşmadan tekrar kanlarımızla örteriz. Benim Suriye ve
Filistin alaylarımın efradı birer birer Plevne’de şehîd düşmüşlerdir. Bir tanesi
dahi geri dönmemek üzere hepsi muhârebe meydanında kalmışlardır. Bu vatan benim
değil milletimindir. Bırakalım yahûdîler milyarlarını saklasınlar. Benim
imparatorluğum parçalandığı zaman onlar Filistin’i karşılıksız ele
geçirebilirler. Fakat bizim cesetlerimiz taksim edilebilir. Ben canlı bir beden
üzerine ameliyat yapılmasına müsâde edemem” diye cevap verdi. Bu teşebbüsün
arkasında İslâm düşmanı İngiltere ve meşhûr yahûdî asıllı banker Roçil de vardı.
İngilizlerin ve yahûdîlerin bu sinsi
plânları ve istekleri karşısında, sultan İkinci Abdülhamîd Han bâzı tedbirler
aldı. Filistin’i doğrudan İstanbul’a bağlayabilmek için, Suriye ve Filistin’de
sulh ve nizâmın muhâfazasıyla vazifeli ve Şam vâlisinin emrinde olan Beşinci
orduyu İstanbul tarafından tâyin edilen ve harbiye vekâletine bağlı bir müşîrin
emrine verdi. Bu şekilde Avrupa devletlerinin müdâhalesini gerektirecek muhtemel
bir ihtilâlin önüne geçiliyordu. Ayrıca bu ordudan başka yerli ahâliden meydana
gefen mahallî milis kuvvetleri teşkil ettirdi. Bu kuvvetlere umûmî olarak
Hamîdiye alayları deniliyordu (Bkz. Hamîdiye alayları). Doksanüç harbinden sonra
Balkanlardan ve Kafkasya dan göç eden müslümanların bir kısmını da Filistin’in
Horan bölgesine yerleştirdi. Burada teşkil edilen mahallî milis kuvvetlerinin
geçimlerini te’min etmek ve Filistin’in iktisadî kalkınmasını sağlamak için
ekilebilir toprakları genişletme hususunda tedbirler aldı. Bu bölgelerde modern
tarım araç ve metodlarının kullanılışını yerli halka gösteren model çiftlikler
kurdurdu. Filistin’in kalkınmasında ticâretin önemli olduğuna inanan Sultan,
Hayfa ile Yafa, Yafa ile Kudüs arasında demiryolu hattının döşenmesi için bir
Fransız şirketine gerekli imtiyazı verdi. Aynı Fransız şirketine, Filistin’i;
Beyrut, Şam ve Haleb’e bağlayacak demiryolu ihalesini verdi. Bütün bu hatlar
yirminci yüzyılın başında açılmış, kargo ve yolcu taşımacılığına başlanmıştı. Bu
çalışmalardan sonra Hayfa ve Yafa limanları Arab pazarlarını Avrupa müşterisine
açan ticâret merkezleri hâline geldi. Filistin’den Avrupa’ya ihraç edilen yağ,
tahıl ürünleri, susam, tütün, ipek, turunçgiller gibi maddelerin satışından elde
edilen kazanç, mahallî üreticinin cebine kâr ve Osmanlı Devleti bütçesine de
gümrük olarak giriyordu. Beyrut, Hayfa, Horan, Kudüs ve Yafa’da ticâret adaları
kuruldu. Bu devirde Filistin’deki iktisadî hayat o kadar gelişmişti ki,
Pâdişâh’ın otuz yılı aşkın saltanat devrinde hiç bir zaman mahallî bütçesinde
açık vermemiş, zarar göstermemişti. Filistin’in her bakımdan rahat ve refah
seviyesinin yüksek olduğunu ve gittikçe geliştiğini gören ve; “Filistin’deki
Hamid rejimi bir bütün olarak ele alındığında, bir terakkî ve inkişâf devridir”
diyen İngilizler, Thedor Hertzel’i teşvik ve tahrik etmeye devam ettiler. Thedor
Hertzel, sultan İkinci Abdülhamîd Han’ın Newlinski’ye verdiği cevâba rağmen
fikrinden vaz geçmedi. İngilterenin arabuluculuk yapmasıyla defalarca İstanbul’a
geldi. 3 Ağustos 1899, 13 Mayıs 1900 ve 18 Mayıs 1901 târihlerinde sultan İkinci
Abdülhamîd Han’a başvurdu ve isteklerini tekrarladı. Hepsinde de red cevâbı
aldı. Thedor Hertzel’in, Sultan’ın huzuruna son çıkışında, yanında hahambaşı
Mûsâ Levi de vardı. Bu görüşmede de Filistin’den yahûdîlere toprak satılmasını
istediler ve şu tekliflerde bulundular: “Yahudiler Osmanlı Devleti’nin bütün
borçlarını ödeyecek, Osmanlı Devleti’ne büyük yardımda bulunacaklardı. Sultan
İkinci Abdülhamîd Han’ın siyâsetini Avrupa’da destekleyecekler, Osmanlı
Devleti’nde inşâ edilecek savaş üslerinin parasını ödeyecekler, sultan İkinci
Abdülhamîd Han’a şahsı için büyük servet vereceklerdi. Ayrıca Filistin’de
kurulacak büyük üniversitede Türk talebeleri de
okuyacaktı.”
Bu teklifler karşısında hiddetlenen
Abdülhamîd Han; “Dünyânın bütün devletleri ayağıma gelse ve bütün hazînelerini
kucağıma dökseler, size siyonistlik adına bir karış yer vermem. Ecdadımızın ve
milletimizin kanıyla elde edilen bir vatan para ile satılamaz. Derhâl burayı
terk edin” cevâbını verdi. Ayrıca Makedonya’daki gizli İttihâd ve Terakkî
cemiyeti üyesi yahûdî Emanuel Karaso da Filistin’de bir yahûdî devleti kurulması
için Abdülhamîd Han’dan toprak satın almak istedi. Pâdişâh’ın karşı çıkması
üzerine aleyhinde bulunan bir casus teşkilâtının başına geçti.
Siyonistlerin sesi ve batı
emperyalizminin elçisi durumundaki Hertzel’in çabaları boşa çıkınca, sömürgeci
güçler ve Siyonistler, Abdülhamîd Han’dan kurtulma yollarını aradılar; nihayet
tahttan indirmeye karar verdiler.
Osmanlı Devleti’nin yıkılmasını ve
parçalanmasını isteyen siyonistler, diğer dış güçler, ermeni ve bulgar
komitacılarıyla ve içerideki İttihâd ve Terakkî cemiyeti ile işbirliği yaparak
İkinci Abdülhamîd’i tahttan indirmek teşebbüsüne giriştiler. 24 Şubat 1904’de
boğazdan geçecek iki geminin Yıldız Sarayı’nı topa tutmasını plânladılar. Kötü
sonuçlarından korkulduğu için vazgeçtiler. 21 Temmuz Cuma günü, Cuma namazından
çıkışta ermeniler tarafından girişilen bombalı suîkasd de netîcesiz kaldı. 23
Temmuz 1908’de İkinci Meşrûtiyet’in ilânından sonra seçilen Meclis-i meb’ûsâna,
diğer azınlık meb’ûslardan başka yahûdî meb’ûslar da girdi. 31 Mart vak’asını
müteâkib Abdülhamîd Han’ın tahttan indirilip Selânik’e gönderilmesinden sonra,
iktidarı tamamen ele geçiren İttihâdçıların kurduğu hükümette üç yahûdî veya
dönmeye nâzırlık (bakanlık) verildi. Bu bakanlıklar mâliye, ticâret ve zirâat
ile nâfia nâzırlıklarıydı. Sultan İkinci Abdülhamîd Han’a hal’ karârını tebliğ
edenlerden birisi yahûdî Emanuel Karaso idi.
İktidara tamamen yerleşen İttihâd ve
Terakkî, dış ülkelerdeki yahûdîlerin Osmanlı ülkesinde arazî alamayacaklarına
dâir kanunnâme ile yahûdîlerin Filistin’de mülk edinemeyeceklerine dâir Bâb-ı
âlî kararnamesini ve bu konudaki diğer kararları kaldırarak azınlıkların toprak
satın alabileceğine dâir kânun çıkarttı. İttihâd ve Terakkî’nin ihanetlerinden
biri de bu idi. Yahûdîler tapularıyla birlikte geniş topraklar satın aldılar.
Sultan İkinci Abdülhamîd Han’ın şahsî (hânedân ) arazisi kasden ve yok pahasına
yahûdîlere satıldı. İttihâd ve Terakkî ileri gelenlerinin bir emr-i vâkisi ile
Osmanlı Devleti Birinci Dünyâ harbine katıldı. Filistin ve Suriye bölgesinde
İngilizlere karşı Sina cephesi açıldı. Osmanlı toprakları ve Ortadoğu üzerinde
kirli emelleri olan İngilizler, Mısır’ı işgal edip üs olarak kullandılar. Alman
generali Liman Von Sanders ve Cemâl Paşa idaresindeki Osmanlı orduları 1915’de
kanal harekâtına giriştiler. Fakat zâyîât vererek El-Ariş’e çekildiler (Bkz.
Kanal Harekâtı).
İngiliz ve Fransızlar arasında Mayıs
1916’da imzalanan Sykes Picot gizli andlaşmasına göre, Irak ve Şark-ül-Ürdün
İngiltere’ye, Suriye ve Lübnan Fransa’ya bırakılacak, Filistin’de önce
beynelmilel bir idare, bilâhare yahûdî devleti kurulacak; Hayfa İngiltere’ye,
İskenderun ise Fransa’ya âid birer serbest liman olarak kalacaktı.
Ağustos 1916’daki ikinci kanal
harekâtı da netîce vermeyince, İngilizler, Filistin ve Suriye’yi işgal için
harekâtı hızlandırdılar ve 6 Ekim 1917’de Gazze’yi işgal ettiler. 2 Kasım
1917’de, İngiliz bakanlarından Lord Belfour bir beyânname neşr etti. Bu
beyânname ile; “Kral hazretlerinin hükümeti, Filistin’de yahûdîlere millî bir
vatan te’sisine muhakkak nazariyle bakıyor. Bu gayenin tahakkuku için büyük bir
potansiyel harcayacaktır” denerek yahûdî devleti kurulması vâd edildi.
10 Aralık 1917’de Kudüs’ü işgal eden
İngilizler, 30 Eylül 1918 de Şam’a girdiler. Fransızlar ise Beyrut’u işgal
ettiler. 29 Ekim 1918’de ateşkes andlaşması imzalandı. Belfour vâdi üzerine
kendilerini müstakil bir devlet gibi gören yahûdîler, hemen siyon ordusu
kurdular. 11 Aralık 1917’de Kudüs’e giren İngiliz kuvvetleri kumandanı Allenby,
beraberinde yahûdî (siyon) kuvvetlerini de Kudüs’e soktu. 1920 Sanremo
toplantısında İngiltere, Fransa ve İtalya delegeleri; Filistin, Suriye, Irak ve
Lübnan’ın, İngiltere ve Fransa arasında paylaşılmasına ve buralarda manda
idaresi kurulmasına karar verdiler. Kânûnî dayanaktan mahrum ve devletler hukuku
kaidelerine aykırı olan Belfour vâdi daha sonra tahakkuk etti.
Bu arada İttihâd ve Terakkî’nin
yaptığı uygulamalara karşı çıkan İngilizlerin teşvik ve desteğiyle hareket eden
arablar da, Osmanlı Devleti’ne karşı isyân ederek Filistin’in İngilizlere
geçmesine ve daha sonra da yahûdîlerin yerleşmesine sebeb oldular. 3 Ocak
1919’da yahûdîlerle arablar arasında imzalanan andlaşmada arablarla yahûdî halkı
arasındaki ırkî akrabalık hatırlatıldıktan sonra, yahûdîlerin Filistin’e göç
etmeleri, toprağın değerlendirilmesi ve tarıma geçmek suretiyle
yerleştirilmelerinin kolaylaştırılması kararlaştırıldı. Bu andlaşma ile
köylülerin ve arab çiftçilerin hakları garanti altına alınacaktı.
Filistin’e yerleşen yahûdîler ülkeyi
îmâr etmeye başladılar. Sahildeki düzlüklerde ve Necef çölünde yeni yerleşim
yerleri ve çiftlikler kurdular. Ancak bu faâliyetler, yahûdîlerle arabların
arasının yavaş yavaş açılmasına sebeb oldu. Arab halkı; “Yahudilere ölüm!”
avâzeleriyle ayaklandı. Filistin’de kanlı çarpışmalar baş gösterdi.
Daha sonraki senelerde de devam eden
çarpışmalar ve isyânlardan sonra, Ürdün’ün doğu kesiminde 15 Mayıs 1923’de Şerîf
Abdullah’ın idaresinde Ürdün Arab Emirliği kuruldu. Filistinliler ise, Filistin
müslüman konseyi etrafında toplandılar. Daha sonra Filistinliler, İngilizlere ve
Siyonistlere tâviz vermek istemeyen ve İngilizlerle ılımlı münâsebetler kurmak
isteyen iki gruba ayrıldılar. 1929’da yeni ayaklanmalar patlak verdi. 1933’ten
sonra, nazilerden kaçan yahûdî göçmenlerin Filistin’e akını, Filistinlilerin
tepkisini şiddetlendirdi. Üç yıl içinde 135.000 yahûdî Filistin’e geldi. 1935’de
1.300.000’lik toplam nüfûsun 355.000’i yahûdiydi. Filistinli arablar 1936’da
Nisan’dan Ekim’e kadar süren genel grev yaptılar. Liderleri sürgün edilen ve pek
çok kayıp veren Filistinliler zayıf düşerek, 1937’de hareketlerini
yavaşlattılar.
1937’de İngiltere, Filistin’in
kurulacak bir Arab devletiyle İngiliz mandasında bir yahûdî devleti arasında
paylaştırılmasını kararlaştırdı. Ancak ikinci Dünyâ savaşı öncesinde arablarla
birlikte hareket etmek zorunda kalan İngiltere bu plândan vazgeçti. Yahûdî
göçünü kısıtlayıcı bâzı tedbirler aldı. On yıl içinde bağımsız bir Filistin
devletinin kurulacağını açıkladı. Bu tedbirler yahûdîlerin tepkisine yol açtı.
İkinci Dünyâ savaşından sonra bir yahûdî devletinin kurulmasını isteyen Siyonist
hareketin ve manda rejiminin yerine bağımsız bir Filistin devletinin geçmesini
isteyen arabların baskısıyla karşılaştı. 1945 yılında bir İngiliz-Amerikan
komitesi kurulduğu duyuruldu. Bu komite Filistin’e 100.000 yahûdînin hemen kabul
edilmesini istedi. Bu sırada, merkezi Kâhire’de olan yüksek arab komitesi
kuruldu. Bu zamana kadar Filistin mes’elesine bir çözüm getirilmediğini
açıklayan İngiltere, konuyu Birleşmiş Milletler Cemiyeti’ne bıraktı. Birleşmiş
Milletler genel kurulu, konuyla ilgili bir komisyon kurulmasını kararlaştırdı.
Kurulan bu komisyonun üyelerinin çoğu, Filistin’de ekonomik yönden birbirine
bağlı biri arab, diğeri yahûdî iki devletin kurulmasını istediler. Kudüs’ün
milletlerarası bir statüde kalmasını isteyen bu plân, 29 Kasım 1947’de Birleşmiş
Milletler genel kurulunca kabul edildi. Aynı plânın arab devletleri tarafından
kabul edilmemesi üzerine, 1948’de arablar ile yahûdîler arasında çarpışmalar
oldu. 14 Mayıs 1948’de İsrail Devleti’nin kurulduğu îlân edildi. İsrail
Devleti’nin kuruluşundan sonra Arab-İsrâil savaşı patlak verdi. Savaş sona
erince, Birleşmiş Milletler plânınca öngörülen arab devletlerinin arazisi İsrail
ve Ürdün tarafından ilhak edilmişti. Gazze şeridini de Mısır işgal etmişti. Daha
sonraki yıllarda devam eden gelişmeler Filistin mes’elesinin çıbanbaşı olarak
kalmasını devam ettirdi.
Osmanlı Devleti hâkimiyetindeyken
sulh, huzur ve refah içinde yaşayan Filistinliler, bugün geçmişte İngilizlerle
birlikte hareket etmenin acı ve yüklü faturasını öderken; İngiltere, Osmanlı
Devleti’ni parçalamak ve yıkmak suretiyle; Ortadoğunun, dolayısıyla dünyânın
huzurunu bozmanın rahatlığı içindedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder