Babası.................... : Ahmed
Han-I
Annesi.................... : Mâhfîrûz Hadîce
Sultan
Doğumu.................. : 3 Kasım
1604
Tahta
Geçişi............ : 26 Şubat
1618
Şehîd Edilmesi........ : 20 Mayıs
1622
Saltanat Müddeti..... : 4 sene 2 ay 21
gün
Halîfelik
Sırası........ : 81
Osmanlı sultanlarının on altıncısı
ve İslâm halîfelerinin seksen birincisi. Sultan birinci Ahmed Han’ın oğlu olup,
3 Kasım 1604 târihinde Mâhfîrûz Vâlide Sultan’dan doğdu. İyi bir eğitimle
yetiştirildi. Arabça, Farsça, Latince, Yunanca ve İtalyanca gibi doğu ve batı
dillerini klâsiklerinden tercüme yapabilecek kadar güzel öğrendi. Kuvvetli bir
edebiyat, târih, coğrafya ve matematik tahsili gördü. Fâris ve Fârisî mahlâsıyla
şiirler yazdı. 26 Şubat 1618 günü babasının yerine tahta geçen amcası birinci
Mustafa’nın, rahatsızlığı yüzünden tahtı bırakmaya mecbur olması üzerine Osmanlı
sultânı oldu. Tahta geçtiği zaman on dört yaşında idi.
Küçük yaşta tahta geçen Genç Osman,
faal ve çalışkan olmasına rağmen yaşı îcâbı tecrübesiz olup, kendisine rehber
olabilecek devlet adamlarını da seçmesine fırsat verilmedi. Genç Osman tahta
çıktığı sırada, sadrâzam Halil Paşa İran seferinde idi. Osmanlı ordusunun Pûl-i
Şikeste’de yenilmesine rağmen, İranlılarca mukaddes sayılan Erdebil şehrinin
Osmanlılar eline geçme ihtimâli üzerine İranlılar derhâl sulhe yanaştılar. İki
devlet arasında Serâv sahrasında, Serâv muahedesi imzalandı (26 Eylül 1618).
Andlaşmaya göre; Kanunî sultan Süleymân zamanında Osmanlı-İran arasında tâyin
edilen hudûd esas olacaktı. Kars ve Ahıska kaleleri Osmanlılarda kalacaktı. İran
şahı her sene harac olarak 100 yük ipek kumaş vesâir kıymetli eşya verecekti.
İran’da, Eshâb-ı kirama söğülüp kötülenmeyecekti. Sefer dönüşünde Pûl-i Şikeste
bozgunu yüzünden Sultân tarafından azledilen Halîl Paşa, üçüncü defa olarak
kapdân-ı derya oldu.
Halîl Paşa, sultan birinci Ahmed
devrinde gerçekleştirdiği Akdeniz seferlerine benzer bir başarıyı 1620 yazındaki
seferinde de kazandı. Donanma-yı hümâyûnu İstanbul’dan Mora’nın güneybatı
kıyısındaki Türk üssü Navarin’e getirdi. Burada İyonya (Yunan) denizini kuzeye
doğru geçerek Otranto boğazında Adriyatik’e geldi. Dırac üssünde iken iki İtalya
gemisini ele geçirdi. Daha sonra hiç beklenmedik bir tarzda doğudan batıya doğru
Adriyatik denizine geçerek Manfredonia körfezine girdi ve İtalya’ya asker
çıkardı. İspanya’ya âid Manfredonia limanını aldı ve tahrib etti. Türklere ancak
üç gün dayanabilen şehrin kalesi de teslim oldu. Halîl Paşa bu zaferini
Pâdişâh’a ve husûsî bir mektupla da şeyhi Üsküdarlı Azîz Mahmûd Hüdâî
hazretlerine bildirdi ve çok hayır duâ aldı.
Genç Osman, memleketin doğusunu
Serâv muahedesi ile garantiye aldıktan sonra, 1617’den beri devleti uğraştıran
Lehistan üzerine sefer açmak istiyordu. Bu konuda kendisini sadrâzam Güzelce Ali
Paşa destekliyordu. Lehistan’ın yardımı ile Kazakların Karadeniz’e çıkarak
Boğaziçi’ne kadar inip yağma yapmaları yüzünden sahillerde emniyet kalmamıştı.
Bu sırada bâzı devlet adamları Pâdişâh’ın Lehistan’a sefer açmasını
istemiyorlardı. Genç Osman, bu husustaki mütâlâaları dinlemiyerek ordunun sefer
hazırlığına başlamasını emretti. Sadrâzam Ali Paşa sefer hazırlığı yaparken
yakalandığı hastalıktan vefât etti. Bunun üzerine bostancı başılıktan yetişme
Hüseyin Paşa sadârete getirildi. Hazırlıkların yapıldığı sırada Boğdan voyvodası
Gatiani ihanet etti. Bunun üzerine öncü kuvvet olarak İskender Paşa emrinde;
Kırım hanı, Rumeli beylerbeyi, Niğbolu beyi, Vidin beyi ve daha bir takım
beylerden meydana gelen ordu, Prut nehrini geçip Dinyester boylarına yürüdü. Yaş
civarında Lehistan başkumandanı Stanislav Zolkiyoveski’nin ordusu ile
karşılaştı. 20 Eylül 1620 günü erken saatlerde başlayan öncü kuvvetlerin
muhârebesinde, İskender Paşa büyük başarı gösterdi. Boğdan voyvodası Gatiani
yakalanarak îdâm edildi. Leh başkumandanı Pâdişâh’a harac vermeyi teklif ederek
sulh yapılmasını istedi ise de red edildi. Sulh için gönderdikleri elçi
İstanbul’a kabul edilmeyerek Küçükçekmece’den geri çevrildi.
Sultan Osman, Lehistan’ı ele geçirip
Baltık denizine çıkmak, orada bir donanma kurmak ve bu suretle Atlas okyanusuna
geçip Avrupa hıristiyanlığını; hem Akdeniz, hem Okyanus donanmalarıyla çenber
içine almak ve Almanya imparatorluğuna karşı Türkiye’ye temayül göstermekte olan
protestanlığı da himâyesi altına alıp, hıristiyanlığı parçalıyarak bütün kıt’aya
hâkim olmak istiyordu. 29 Nisan 1621 günü otağ-ı hümâyûn Dâvûdpaşa’da kuruldu.
21 Mayıs 1621’de genç Sultan, Cuma namazıyla beraber küsûf namazı da kılarak,
orduya hareket emri verdi. Bugün güneş tutulduğu için halk, ordunun hareketinin
bir gün geciktirilmesini ümid ediyordu. Zîrâ güneşin tutulduğu gün; bâzı
kimseler tarafından uğursuz sayılmakta idi. Hâlbuki dinimizde böyle şeyler
yoktur. Nitekim Peygamber efendimizin vefât eden mahdumu İbrâhim’in defni
esnasında güneş tutulmuştu. “İbrâhim’in vefâtı için güneş tutuldu” denilince,
Resûlullah efendimiz; “Ay ve güneş
Allahü teâlâ’nın, varlığını ve birliğini gösteren iki âyetidir. Kimsenin ölmesi,
kalması ile tutulmazlar. Onları görünce, Allahü teâlâyı
hatırlayınız” buyurmuşlardı. Bu sebeple aynı gün hareket edildi.
Sultan, ordusu ile 31 Mayıs günü Edirne’ye vardı. Ordu burada tâlim yaptı. Tüfek
atışlarında başarılı olanlara Sultan tarafından çeşitli hediyeler verildi.
Çeşitli yerlerden gelen kuvvetlerin
katılması ile asker sayısı yüzbine yaklaşmıştı. Sultan, bâzı akıncı beylerini ve
Kırım hanını, Lehistan içlerine akınlar yapmakla vazifelendirdi. 16 Haziran’da
Edirne’den hareket eden ordu, 12 Temmuz’da Dobrica’da Tulçi’nin
30 km .
kadar kuzeybatısında ve Tuna’nın sağ kıyısında bulunan Isakçı’ya vardı. Karşı
tarafa geçmek için kurulan köprünün gözetimini Pâdişâhın kendisi yaptı. 24
Temmuz 1621’de kapdân-ı derya Halîl Paşa da donanma ile Isakçı’ya geldi. 29
Temmuz’da Isakçı’dan hareket eden ordu-yı hümâyûna 8 Ağustos’da Eflâk voyvodası
da katıldı. Düşman ordusunun Hotin önlerinde mevzîlendiği haberi, öncü kuvvetler
tarafından orduya bildirildi. Osmanlı ordusu 1 Eylül 1621 günü Hotin kalesi
önüne geldi.
Lehistan kralı Sigismond bu sefere
kendisi gelmeyip oğlu Ladistas Vladistas’ı gönderdi. Leh ordusunun asıl
başkumandanı Jean-Charles isimli eski bir asker idi. Leh ordusunun 12.000’i
kazak, 8000’i Alman, bir kaç bini Macar, geri kalanı Lehlilerden meydana
geliyordu. Bu ordunun sayısı yaklaşık 102.000 kişi olup, Osmanlı ordusundan
fazla idi. Kazaklar, Dinyester nehri kıyısında ayrı bir ordugâh kurmuşlardı. Leh
başkumandanı, kuvvetlerini bir tarafı yalçın kayalar, bir tarafı da orman olan
bir mevkide mevzîlendirmiş ve çok iyi tahkim etmişti.
Eylül’ün ikisinde Lehistan içlerine
akınlar yapan Kırım ham, Osmanlı ordusuna katıldıktan bir gün sonra, Lehlilerin
tahkimli ordugâhı ve kale kuşatıldı. Yarım dâire şeklindeki muhasara hattının
orta bölümünde kapıkulu askerleri mevzilenmişti. Sultan da burada idi. Anadolu,
Karaman ve Sivas beylerbeyleri komutasındaki sağ kanat Dinyester nehrine; Şam,
Halep, Kırım ve Eflâk askerlerinden meydana gelen sol kanat da, Kırım hanı ile
Eflak voyvodasının ve bâzı eyâlet vâlilerinin kumandasında olarak bir ormana
dayanmakta idi. İlk çarpışma orman tarafında oldu ve Bosna beylerbeyi burada
şehîd düştü. İlk umûmi hücum 8 Eylül günü yapıldı. Osmanlı ordusu büyük bir
başarı gösterdiği bu hücumda on İki top ve çeşitli bayraklar ele geçirdi. Fakat
kalede henüz tam bir muvaffakiyet sağlanmadığı hâlde, yeniçerilerin yağmaya
dalması; düşmanın taarruza geçerek Türkleri geri püskürtmesine sebeb oldu. Bu
sırada orduya katılan ve Kırım hanının kıskandığı Nogay Tatarlarının beyi
Kantemir Mirza, Özi vâliliğine getirilerek, Lehistan içlerine akınlar yapması
istendi. Bu görevi başarıyla yerine getiren Kantemir Mirza, iki bin beş yüz esir
ve bir çok ganîmetle geri döndü. 9 Eylül günü yapılan ikinci hücum, düşmanın
şiddetli top ve tüfek ateşi yüzünden başarılı olamadı. Aynı zamanda Lehistan
içerisine de devamlı olarak akınlar düzenlenmekteydi. Makaniçe üzerine
gönderilen bir Tatar müfrezesi yüz kadar yiyecek arabası ele geçirdi. Düşman
ordusu her taraftan kuşatılarak geri ile bağlantısı kesildi.
En büyük taarruz, Sultan’ın da
katıldığı 15 Eylül günü yapıldı. Bu taarruzun kumandanı olan Karakaş Mehmed Paşa
düşman ordugâhına kadar girip, Osmanlı bayrağını dikti ise de, kendisinin yerine
başkumandan olur düşüncesi ile kıskanan sadrâzam Hüseyin Paşa, ona yardım
etmedi.
Karakaş Mehmed Paşa bir süre sonra
şehîd düştü. Ağır zâyiât veren Türk askerleri geri çekildi. Hâlbuki bu sırada
düşman ordusu imha olmak üzere idi. Hüseyin Paşa yaptığı bu hareketten dolayı
azledilerek yerine, Hırvat devşirmelerinden Dilâver Paşa getirildi. 23-24 Eylül
gecesi sekiz yüz kişilik bir Kazak müfrezesi, Arnavut Hüseyin Paşa kuvvetlerine
baskın yaptı. Bu baskın sırasında Karaman beylerbeyi Doğancı Ali Paşa şehîd
oldu.
Nogay beyi Kantemir, Osmanlı
askerinin yardımına koşarak, düşman kuvvetlerini bozguna uğrattı. Yeniçerilerin
gayretsizliği yüzünden beşinci hücum da neticesiz kaldı. 27 Eylül günü son
taarruz altmış büyük topun şiddetli ateşi ile başladı ve akşama kadar sürdü.
Osmanlı ordusu bu taarruzda çok sayıda asker ve at kaybına uğradı. Akşama
toplanan harb meclisinde Sultan, muhârebenin devamını istiyordu. Kırım hanının
ikinci oğlu Nüreddîn, Lehistan içlerine akına gönderildi. O da yaptığı akınlarda
binlerce esir alarak geri döndü. 29 Eylül günü Lehliler, Eflâk voyvodası
aracılığı ile barış teklifinde bulundular. Kış bütün şiddeti ile devam ederken,
Osmanlı ordusunda yiyecek sıkıntısı başlamıştı. Bunlara, yeniçerilerin
isteksizliği de eklenince Sultan barış yapmaya razı oldu.
Osmanlı Devleti ile Lehliler
arasında yapılan barış andlaşmasının önemli maddeleri şunlardır: “Kânûnî Sultan
Süleymân Han dönemindeki sınırlar esas olacak; Kazaklar, Türk topraklarına akın
yapmayacak; Lehlilerin, Kânûnî devrinden sonra sınır boyunda yaptırdıkları
kaleler yıktırılacak; Hotin kalesi, Osmanlı egemenliği altındaki Boğdan
voyvodasına teslim edilecek; Lehliler, Kırım’a verdikleri 40.000 florini vermeye
devam edecekler.”
Barış andlaşmasının imzalanmasından
sonra Sultan 19 Ekim 1621’de İstanbul’a dönmek için harekete geçti. 25 Ocak 1622
günü büyük ve parlak bir merasimle İstanbul’a girdi. Bu sefer münâsebeti ile
İstanbul’da üç gün üç gece süren şenlikler yapıldı.
Bu seferde tam muvaffakiyet elde
edemiyen Sultan, bunun sebebinin askerlerin gayretsizliği olduğuna inanıyor ve
bâzı ıslâhatlar yapmak istiyor, tecrübesiz olduğu için de bâzı şahısların
te’sirinde kalıyordu. Islâhâta kapıkulu ocaklarından başlamak istedi. Ocağın
mevcudunu anlamak için yaptığı yoklamadaki mevcudu, maaş defterinde olandan az
bularak parayı kesti. Bu durum, mevcud olmayan askerleri var gibi göstererek
onların yevmiyelerini alan zabitlerin de askerin memnuniyetsizliğine iştirak
etmelerine sebeb oldu. Sultan, Hotin muhârebesindeki muvaffakiyetsizlik
yüzünden, askere küsmüştü. Genç Osman kapıkulu ocaklarını ilga ederek; yerine
Anadolu, Suriye ve Mısır Türklerinden müteşekkil, sâdece askerlikle uğraşan,
pâdişâhın emirlerine mutlak itaat eden bir ordu kurmak istiyordu. Aynı zamanda
saray, harem ve ilmiye teşkilâtlarını yeniden kurmak, yeni kânunlar çıkarmak,
hattâ kıyafet inkılâbı yaparak, daha pratik giyinmeyi düşünüyordu. Bu isteklere
şeyhülislâm Es’at Efendi’nin idaresinde olan ilmiye sınıfı çekimser, kapıkulu
ocakları ise açıkça muhalifti. Sultân’ın yeniçeri taburlarını teftiş edip
yoklama yapması, subaylarına, birliği önünde son derece ağır sözler söylemesi,
ordunun kıdem zamlarını vermemesi, kapıkulu ocakları ile Sultân’ın arasının
iyice açılmasına sebeb oldu. Sultan Osman’ın Haleb, Şam, Erzurum ve Mısır
beylerbeylerine bölgelerinden asker yazdırmak için gizli bir irâde göndermesi ve
bunun sarayda adamları olan yeniçeriler tarafından öğrenilmesi, Sultan ile ocak
arasındaki anlaşmazlığı vahîm bir hâle getirdi.
Bu sırada Genç Osman, Cezâyir ve
Tunus beylerbeyilerine birer ferman göndererek, donanmalarını Lübnan açıklarında
birleştirmelerini bildirdi. Kaptan Paşa’ya yüz kadırga hazırlamasını emretti ve
bunların teçhizi için seksen bin altın verdi. Lübnan’da isyân hâlinde bulunan
dürzî lideri Maanoğlu Fahreddîn isyânını bastırmak için Anadolu’ya geçmek
isteyen Sultân’ın bu arzusunu özellikle sadrâzam Dilâver Paşa ve şeyhülislâm
Es’ad Efendi önlemek istediler. Bir âsinin ortadan kaldırılması için Sultân’ın
hareket etmesine lüzum olmadığını, bu işin bir serdâr vasıtasıyla da
halledilebileceğini söylediler. Bunun üzerine Genç Osman hacca gideceğini ilân
etti. Kendisinden önce gelen sultanlardan hiç biri hacca gitmediği için,
sadrâzam ve şeyhülislâm bu sefere muhalefet ettikleri hâlde; Sultân’ın hocası
Ömer Efendi ile Dârüsseâde ağası hacca gitmesini teşvik ediyordu. Sultân’ı,
hacca gitmek karârından vaz geçirmek mümkün olmadı. Cidde’ye erzak nakli için
kullanılmak üzere tedârik ettiği gemileri Mısır’a göndermesi Mekke şerifine
bildirildi. Sultân’ın geçeceği vilâyetlerin vâlileri çeşitli gıda maddelerinin
tedârikine me’mur edildi. Sultân’ın yanında beş yüz yeniçeri ve sipahi olacaktı.
Geri kalan asker İstanbul’un
muhafazası için şehirde kalacaktı. Sadrâzam, defterdâr, nişancı, rikab ümerâsı,
gedikliler, 40 müteferrika ve 40 dîvân kâtibi hac kafilesinde yer alıyordu.
Sultan, İstanbul’un muhafazası için eski sadrâzam Hüseyin Paşa’yı Edirne
muhafazasına vezir Gürcü Mehmed Paşa’yı, Bursa muhafazasına da vezir Topal Recep
Paşa’yı tâyin etti.
Genç Osman, 10 Mayıs 1622 gecesi
oldukça etkisinde kaldığı bir rüya gördü. Rüyasında, arkasında zırh olduğu hâlde
tahtına oturmuş, Kur’ân-ı kerîm okurken birden karşısında Resûl-i ekrem
efendimiz görünmüş. Yanına yaklaşıp önünden Kur’ân-ı kerîmi ve arkasından zırhı
alarak yanağına bir tokat vurmuş ve tahtından indirmiş. Sultan Osman yıkıldığı
yerden kalkarak Peygamber efendimizin mübarek ayaklarına yüz sürmek istemişse
de, buna muvaffak olamadan uyanmıştı.
Sultan Genç Osman bu rüyasını önce
hocası Ömer Efendi’ye tâbir ettirdi. Hocası; “Hacca gitme niyetinizde terk
tereddüdü olduğu için tenbihtir. Rüyada ayağına yüz sürmeğe kavuşamadınızsa da,
İnşâallah kabr-i şeriflerine yüz sürersiniz” şeklinde tâbir etti. Genç Sultan bu
tâbirden mutmainne olmıyarak, devrin büyük âlimi Azîz Mahmûd Hüdâî
hazretlerinden rüyasını tâbir etmesini istedi. O. da; “Sultânım tövbe ediniz.
Belki o zaman bağışlanırsınız” dedi. Azîz Mahmûd Hüdâî hazretleri, İstanbul’dan
ayrılmasının büyük ve felâketli olaylara sebeb olacağını söyleyerek Pâdişâh’a
uzun ve manâlı nasîhat etti. Sultan Osman bunun üzerine İstanbul’daki büyük
zâtların türbelerini ziyaret etti. Kurbanlar kesti ve bağışlanması için Allahü
teâlâya yalvardı. Azîz Mahmûd Hüdâî Efendi’nin Sultân’ı hac fikrinden caydırmak
istemesine rağmen, Pâdişâh hacca gitmekten vazgeçmedi.
Pâdişâh otağının Üsküdar’a
kurulacağı günden bir gün önce Süleymâniye’de toplanan yeniçeriler, Atmeydanı
denen Ayasofya ile Sultan Ahmed câmileri arasındaki alana geldiler. Böylece Türk
târihine Hâile-i Osmaniye olarak geçen hâdise başlamış oldu. Atmeydanına gelen
yeniçeriler; “Pâdişâhlara hac lâzım değildir” diye bağırıyorlardı. Askerler,
şeyhülislâma müracaat ederek, Pâdişâh’ı hacca teşvik edenler hakkında fetva
aldılar ve sultan Osman’ın hocası Ömer Efendi’nin konağını yağmaladılar.
Diğer bir grup da sadrâzam Dilâver
Paşa’nın konağına gittiler. Sadrâzam, konağında olmadığı için muhafızlar
gelenlere karşı koydular. Silâhsız yeniçerilerden bâzılarının ölmesi üzerine iş
tamamen çığırından çıktı. Yeniçeri kumandanlarından Çavuşbaşı Çalızâde, âsîlerin
silâhlanmalarına mâni olmak istedi ise de, taş yağmuruna tutuldu. Genç Osman
akşama doğru olayın vehâmetini kavradı. Ulemâdan bir kaçını saraya çağırarak,
yeniçerilerin ne istediklerini sordu. Onlar da; “Kul taifesi, pâdişâhın
Anadolu’ya gitmesine razı değildir. Hoca Ömer Efendi ve dârüsseâde ağasının
vazifeden alınarak saraydan uzaklaştırılmasını istiyorlar” cevâbını verdi. Bunun
üzerine Sultan; “Varın söyleyin, hacca gitmekten vazgeçtim. Fakat Hoca ile
dârüsseâde ağasını görevden azletmek istemem!” dedi. Sultan Osman, fikrinden
vazgeçmiş değildi. Durumun yatışmasını ve toplanan askerin dağılmasını
bekliyordu. Akşam olduğu için âsîler mes’elenin ertesi gün görüşülmesine karar
vererek dağıldı.
Ertesi gün Atmeydanında toplanan
isyâncılar arasında yapılan müzâkerelerden sonra Pâdişâh’tan altı kişinin
başının istenmesine karar verildi. Bunlar; sadrâzam Dilâver Paşa, Hâce-i sultanî
meşihat payesine sahip Ömer Efendi, kapıkullarından nefret etmesiyle tanınan
nişancı vezir Ahmed Paşa, dârüsseâde ağası Süleymân Ağa, başdefterdâr vezir Baki
Paşa ve yeniçeri ocağından sekbanbaşı Nâsûh Ağa idi. Yeniçerinin asıl gayesi;
Hoca Ömer Efendi ve dârüsseâde ağası Süleymân Ağa’nın saraydan
uzaklaştırılmaları ve öldürülmeleri idi.
Bu isteği bildirmek üzere ulemâdan
bir hey’et huzûr-ı hümâyûna çıktı ve arızayı takdîm etti. Sultan Osman kâğıdı
okuduktan sonra; “Katli taleb olunan âdemleri vermem” dedi. Ulemâ, isyânın daha
da ileri gitmesine mâni olmak için, Pâdişâh’a, askerin isteğini yerine
getirmesini teklif ettiler. Buna kızan Sultan, arızayı getiren ulemâyı
hapsettirdi. Saray dışında ulemânın dönmesini sabırsızlıkla bekleyen asker,
sürenin uzaması yüzünden taşkınlıklarını arttırdı. Kendilerini silâhlı
bostancıların beklediğini sanarak saraya girmekten korkuyorlardı. Ayasofya
Câmii’nin minaresine çıkan bir kaç yeniçeri, saray bahçesinde kimse olmadığını
gördü. Durumu arkadaşlarına bildirdiklerinde, binlerce âsî, sarayın dış kapısına
dayandı. Hiç mukavemet görmeden dış avluya dolan yeniçeri ve sipahiler
silâhlıydı. Acemioğlanları, cebeciler, topçular, arabacılar ve lağımcılar
silâhsız geldikleri için, saraydan ele geçirdikleri silâh ve sopaları aldılar.
Kapıkullarının arasına çapulcular da karışmıştı. İsyancılar, sarayın ikinci
kapısından bostancılar çıkar korkusu ile binbir ihtiyatla geçtiler. Bu kapıda da
en küçük bir mukavemet görmediler. Üçüncü avluya geldiklerinde saray, adetâ
boşalmış, herkes bir yere saklanmıştı. Bu sırada Sultan’a gönderilen ilmiye
sözcüsü nakîb-ül-eşrâf Gubâri Efendi ortaya çıkarak; “Bizim sözümüz geçmedi. Siz
girip kendiniz söyleyin” dedi. Üçüncü avluya kadar gelen isyâncılar, genç
Sultân’ı ayak dîvânına davet ettiler. Sultan bunu kabul etmedi. Bu sırada
isyâncılar içerisinden bir kaç kişi, sultan Mustafa’yı isteriz diye bağırınca,
hep birden sultan Mustafa’yı isteriz diye bağrışmaya başladılar. Artık isyânın
şekli değişmiş ve sultan Osman Han’ın tahttan indirilmesi yoluna gidilmişti.
İsyancılar, sultan Mustafa’nın
bulunduğu dâirenin kubbesindeki kurşunu delerek iple tavandan içeri girdiler ve
Sultan Mustafa’yı dışarı çıkardılar. Bu sırada sultan Osman, sadrâzam ve
dârüsseâde ağasını isyâncılara teslim etti. İkisini de oracıkta öldürdüler. Genç
hükümdar böylelikle yatışacaklarını sanıyordu. Şeyhülislâm Es’ad Efendi de böyle
bir hava estirmek istedi ve; “Kardeşlerim, gelin sultan Mustafa Han dursun!
Sultan Osman istediğimizi verdi ve dahi daha kimi isterseniz Sultan’dan
alıverelim” dedi ise de, âsîler; “Sultan Mustafa’dan başka pâdişâh istemeyiz”
dediler. Sultan Mustafa’yı Es’ad Efendi’nin atına bindirerek, Bâyezîd’deki eski
saraya, annesinin yanına götürdüler. Daha önce arz odasında tahta oturttular ve
ulemâyı zorla hasta pâdişâha bî’at ettirdiler. Sultan Osman’ın 4 sene 2 ay 21
gün süren saltanatı böylece sona ermiş, tahta ikinci defa olarak amcası sultan
Mustafa çıkarılmış oldu.
Sultan Genç Osman son âna kadar
mukavemet fikrinden vazgeçmedi. Sarayburnu’ndan gemiyle Mudanya’ya gitmek,
Bursa’da taht kurup âsîlerin hakkından gelmek istiyordu. Fakat âsîler bütün
deniz vâsıtalarına el koymuştu. Vezirlerine ve maiyyetinden çoğuna, evlerine
gitmeleri için izin veren genç Sultân’ın yanında bostancıbaşı Sofu Mahmûd Ağa
ile bir kaç kişi kalmıştı. Eski sadrâzam Ohrili Hüseyin Paşa’yı tekrar sadâret
makamına getirdi. Ohrili Hüseyin Paşa, sultan Osman’a, yeniçeri ocağına
sığınması için yalvarıp yakardı. Yapacak başka bir şey kalmamış gibiydi. Genç
Osman, gece yarısına doğru, yanına sadrâzam Hüseyin Paşa’yı, bostancıbaşı Mahmûd
Ağa’yı, sadâret tezkirecisi Sıdkı Çelebi’yi ve daha bir kaç kişiyi alıp, ağa
kapısına gitti. Yeniçeri ağası Kırkçeşmeli Ali Ağa, genç Sultanla ihtilâlin
nasıl söndürüleceği ve âsîlerin ne şekilde yatıştırılacağı üzerinde uzun bir
müzâkere yaptı. Alınan karar odacı başılarına bildirildi. Önce kabul eder
göründüler. Fakat kumandanlarının huzurundan çıkar çıkmaz derhâl âsî
elebaşılarını topladılar; “Bu vâdlerden bir şey çıkmaz. Sultan Osman’a bu kadar
cefâ ettik. Nasıl pâdişâh olduğunu bilirsiniz. Bu defa mâzallah ocağımızı
söndürüp, intikam alsa gerektir” dediler.
Sabah namazından sonra Ali Ağa, Orta
Câmi önünde yeniçerilere hitâb etti. Sultan Osman’ın vâdlerini bildirmeye başlar
başlamaz, askerin kanacağından korkan odacıbaşılar konuşmasına mâni oldular ve
orada şehîd ettiler. İsyâncılar, sultan Osman’ı ağa kapısından alıp, Orta
Câmi’ye götürdüler. Ağa kapısından kaçmayı başaran sadrâzam Ohrili Hüseyin Paşa,
bu sırada yakalanarak öldürüldü. Sultan Osman, Hüseyin Paşa’nın ölüsünü görünce
ağlayıp; “Bu mazlumun günâhı yoktu. Her zaman kul hakkında bana iyilik söylerdi.
Eğer onun sözüyle âmil olsam, başıma bu hâl gelmezdi. Beni tahrik eden, Ömer
Hoca ile dârüsseâde ağası idi” demiştir. Sultan Osman’a yolda, bir hükümdara,
bir Osmanoğlu’na târih boyunca asla reva görülmemiş hakaretler yapıldı, Orta
Câmi’ye getirilen Genç Osman’ın muhafazasına Haseki Sarı Mehmed Ağa tâyin
edildi. Yeniçeriler, sultan İkinci Osman’ın hayâtına dokunulmayarak kafes hayâtı
yaşamasını istiyorlardı. Nitekim çok hâin bir kimse olan yeni sadrâzam Dâvûd
Paşa onu öldürtmek için cebeci başına emir verince, yeniçeri ağaları mâni
oldular. Osman Han hayâtına kasd eden Dâvûd Paşa’ya “Behey zâlim ben sana
neyledim. İki defa mûcib-i katl cürmünü affedip öldürmedim, mansıb verdim, bana
gadrin nedir?” diye bağırdı.
Buna rağmen, Dâvûd Paşa, Cumâ’dan
sonra en güvendiği adamları olan cebecibaşı ile Kalender uğrusu denen zabite,
sultan Osman’ı Yedikule’ye götürerek boğmalarını emretti. Eski sultânın
Yedikule’ye götürülüşünü seyretmek üzere yollara biriken halk, o târihe kadar
görülmemiş bir kalabalığı teşkil ediyordu. Osman Han susadığını söyleyince bir
çeşmenin başında duruldu ve Genç sultan kana kana su içti. Yedikule’ye gelindiği
zaman vakit akşama yaklaşıyordu. Dâvûd Paşa’nın emri ile oraya kadar gelen
binlerce asker dağıldı. Daha sonra Dâvûd Paşa, cebeci başına ve Kalender
uğrusu’na dönerek; “Yanınıza sekiz cellâd alıp, Osman’ın işini bitirin. Yarına
kalmasın” dedi. Sultan Osman, günlerden beri perişan vaziyette, aç ve uykusuz
olduğu hâlde, kendisini son nefesine kadar müdâfaa etmeye karar vermişti. On
cellâdın ilk hücumu netîce vermedi. Bire on nisbet olmasına rağmen, cellatlar,
silâhsız pâdişâhla mücâdele edemiyeceklerini anladılar. Kemendden başka silâh da
kullanmak istemiyorlardı. Çünkü hânedândan olanın kanı akıtılamazdı. Buna
rağmen, dışarıdan balta alan cellatlara genç sultan, büyük bir ustalıkla karşı
koydu. Fakat arkasından gelen bir cellat, baltası ile omuzuna vurarak fena
şekilde yaraladı. Bu durumu fırsat bilen cebecibaşı, kemendi Sultân’ın boynuna
geçirdi ve yere düşürdü. Bu sırada Kalender uğrusu, Genç Osman’ın husyelerini
sıkarak şehîd etti (20 Mayıs 1622). Şehîd Sultan’ın cenazesi o gece Topkapı
Sarayı’na götürüldü ve ertesi gün yapılacak cenaze törenine hazırlandı, öğle
namazından sonra kılınan cenaze namazını müteâkib Sultan Ahmed Câmii’nde
babasının türbesine defnedildi.
Genç Osman’ın, yeniçeri ağası
zorbalarınca şehîd edilmesi, târihimizin en acıklı olaylarındandır. Genç
Osman’ın öldürülmesi, Anadolu’da bâzı isyânların çıkmasına sebeb oldu. Millet,
pâdişâhın öldürülmesini hiç bir zaman hazmedememiş ve onun katillerini nefretle
anmıştır.
Sultan İkinci Osman Han; güneş
yüzlü, heybetli, yüksek himmet sahibi bahadır bir pâdişâh idi. Fevkalâde iyi bir
binici, silâh ve harp âletlerini kullanmakta pek mahir idi. Şecaat ve
binicilikte akranı pek az olup, şirin çehreli ve güzel tavırlı idi. Gençliğinin
en parlak günlerinde tahta çıkıp, tecrübeli, akıllı ve sâdık bir yakınına mâlik
olmayışı, kendisine bu hâzin sonu hazırlamıştır. Yazmış olduğu şu beyt onun
ıslâhat ve düşünceleri ile muhaliflerin durumunu çok güzel ifâde etmektedir:
Niyyetim hidmeî idi
saltanat ü devletime
Çalışır hâsid ü bedhâh acel nekbetime
Çalışır hâsid ü bedhâh acel nekbetime
Sultan Genç Osman dînî ve fennî
ilimleri de bihakkın tahsil etmişti. Ayrıca Fâris ve Fârisî mahlasıyla yazdığı
şiirleri toplayan Dîvân’ı vardır. Aşağıdaki gazel, genç Sultan’ın mükemmel bir
şiiridir:
Nevruz olıcak
diller şâd olmıya yaklaşdı.
Dilde gâm u gussa berbâd olmıya yaklaşdı.
Dilde gâm u gussa berbâd olmıya yaklaşdı.
Virâne gönül varsa
cevr ü gâm-i dilberden
Müjde ana ol mülk âbâd olmıya yaklaşdı.
Müjde ana ol mülk âbâd olmıya yaklaşdı.
Üstâda çıkıp dilber
öğrendi vefâ resmin
Âşıklara lütfa mu’tâd olmıya yaklaşdı.
Âşıklara lütfa mu’tâd olmıya yaklaşdı.
Seyr-i güle
çıkdıkda ol ruhleri gülrengim
Kâri dil-i zârun feryâd olmıya yaklaşdı.
Kâri dil-i zârun feryâd olmıya yaklaşdı.
Çok âşık u meftûnu
var sen gibi Şirîn’ün
Fâris kulun ammâ Ferhâd olmıya yaklaşdı.
Fâris kulun ammâ Ferhâd olmıya yaklaşdı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder