16 Nisan 2012 Pazartesi

Kaptan-ı Derya


Osmanlı Devleti bahriye (deniz kuvvetleri) teşkilâtının en büyük âmiri ve donanmanın baş kumandanına verilen ünvân. Buna Deryâ beyi veya Kaptan paşa da denirdi.
Kaptân-ı deryâ vezirlik rütbesini hâiz olup, teşrîfâtta (protokolde) vüzerâ-yı izam (büyük vezirler) arasında yer alırdı. Arz günlerinde Dîvân-ı hümâyûna gelir, derecesine göre vezirlerin yanında kubbe altında otururdu. Kaptân-ı deryanın elinde hâkimiyet alâmeti olarak sedefkârî âsâsı olup, tersanede onunla gezerdi. Bahriye ile ilgili Dîvân-ı hümâyûna gelen dâvalar kendisine havale olunur, dîvânda muayyen bir yerde oturup dâvalara bakar ve karar verirdi. Tersaneye geldiği zaman orada da dâva dinler ve dâva işi nereye âid ise oranın kâdısına buyruldu gönderir, lüzum hâsıl olursa dâvayı kâdıya da havale ederdi.

Bahriye teşkilâtında büyük-küçük bütün tâyinlerden kaptân-ı derya mes’ûldü. Bâzı mühim işleri sadrâzama arz ederdi. Bahriye ile ilgili işler için, hüküm yazmaya ve tuğra çekmeye vazifeli idi. Yâni pâdişâh nâmına ferman yazar, tuğra çekerdi. Derya kalemine âid tımar ve zeametlerin dağıtılması ve bahriye ile ilgili tâyinler kaptân-ı deryaya âiddi. Zeamet ve tımar kayıtlarının tashihi ile defterhânedeki esas kayıtlarda bir yanlışlığa meydan verilmemesi hususunda sadâret makamına telhis gönderirdi.
Pâdişâhın teftiş veya denize gemi inmesi münâsebetiyle, tersaneye gelişinde, sadrâzamın takdim ettiği ata binerek dolaşması sırasında, sadrâzam ve kaptân-ı deryanın sedefli âsâ ile önünde yürümeleri kânun îcâbındandı. Sadrâzamın da zaman zaman tersaneyi gezmek ve bahriye işlerini gözden geçirmek için gelişinde kaptân-ı derya iskele üzerinde karşılayıp, kendisinin taşıdığı sedef asasını sadrâzama verir, önüne düşüp, tersaneyi gezdirir ve işler hakkında lüzumlu açıklamalarda bulunurdu.
Önce sadrâzama sonra pâdişâha karşı sorumlu olan kaptân-ı deryanın sırasıyla; kapudâne (oramiral), patrona (koramiral), riyale (tümamiral) olmak üzere üç yardımcısı vardı. Kapudâne, kaptân-ı deryaya her türlü işinde vekâlet ederdi. Osmanlı deniz kuvvetlerinin başı olan kaptân-ı deryanın sorumluluk sahası, Akdeniz ve ona bağlı denizler, Ege denizi, Marmara denizi, Karadeniz, Azak denizi ve Atlas okyanusu idi. Kaptân-ı derya bütün bu denizleri, buralara üslenmiş amiralleri vasıtasıyla idare ederdi.
Kaptân-ı derya İstanbul’da bulunduğu zaman Cuma namazından sonra paşa kapısına gelip, Arz odasında sadrâzamla, sadrâzam seferde ise, sadâret kaymakamıyla görüşür, arzuya göre, iki haftada bir, sadâret kethüdasının odasına da uğrardı.
Kaptân-ı deryanın sefere giderken ve dönüşde, Yalı köşkünde pâdişâhın huzuruna kabulünde, Yalı köşkünün döşeme bahası olarak pâdişâh hazînesine yirmi bin kuruş para vermesi usûldendi. Kaptân-ı derya donanmayla sefere çıktığı vakit hukuk ve cezaya âid dâvaları dinler, îcâb edince hükm-i siyâseti (îdâm karârını) infaz ederdi. Donanmada bir de kâdı bulunur ve şer’î hükümleri o verirdi. Kaptân-ı deryanın maiyyetinde derya veya donanma tercümanı adıyla bir tercüman bulunurdu. Bu tercümanlar adalarla ilgili işleri yürütürlerdi.
Kaptân-ı deryaların kayıkları yedi çifte ve kadırga burunlu olmasına rağmen, öteki vezirlere âid kayıklar kanca burunlu idi. Veziriazam kayığının kıçı ise, yeşil çuha ile örtülürdü.
Kaptân-ı deryalığa tâyin edilen zât, Bâb-ı âli’ye davet olunup kendisine sadrâzam huzurunda kaptân-ı deryalığa tâyinine dâir ferman okunup, bunun arkasından kürk giydirilir ve sonra tersaneye gidip orada da merasim yapılırdı. Kaptân-ı deryaların tâyinlerinde, rütbelerine göre, top atılması ve paşa gemisi tâbir olunan gemiye bayrak çekilmesi, paşanın bindiği filikaya başlı-kıçlı bayrak asılması da usûldendi. Kaptân-ı deryaların bindiği gösterişli kadırgaya Kaptan paşa Baştardası adı verilirdi. Kaptan paşa Baştardasına târih içinde değişen renk ve biçimdeki Kaptan paşa Bayrağı denilen bayrak çekilirdi. Kaptân-ı deryaların tersanedeki İkâmetgâhlarına (Divanhâne) denilirdi. Pâdişâhlar herhangi bir suretle tersaneye geldikleri zaman bâzan burada otururlardı.
İlk zamanlar Gelibolu’da bulunan daha sonra Cezâyir’e nakledilen kaptân-ı deryalık merkezi eyâletine; kaptân-ı derya eyâleti, kaptan paşa eyâleti veya Cezâyir eyâleti denirdi. Osmanlı Devleti’nin hudutlarının genişlemesi nisbetinde genişletilen Kaptan paşa eyâleti; hâslı ve sâlyâneli (yıllıklı) olarak iki kısma ayrılmıştı. Bunlardan Gelibolu, Ağrıboz, İnebahtı, Midilli, Sığacık, Kocaeli, Karlıeli, Rodos, Biga ve Mezistre sancakları haslı; Sakız, Nakşe (Naksos), Mehdiye sancakları ise sâlyâneli yâni yıllıklı sancaklardı. Kaptan paşa eyâletine bağlı sancakbeylerine (Derya Beyleri) denilirdi.
Selçuklularda deniz kuvvetleri ile ilgili komutana Emîr-ül-bahr, Melik-üs-sevâhîl, Emîr-üs-sevâhil gibi adlar verilirdi. Kaptân-ı deryalık ünvânı Osmanlı Devleti’nin ilk devirlerinde derya beyi diye anıldı. İlk derya beyi olarak, Orhan Gâzi’nin cülûsunda (1324) bu görevde bulunan Kara Mürsel Bey’i göstermek mümkündür. Yıldırım Bâyezîd devrinde Sarıca Paşa, Çelebi Sultan Mehmed devrinde 1416’da vefât eden Çavlı Bey derya beyi idi. 1451’de Baltaoğlu Süleymân Bey, Fâtih Sultan Mehmed Han tarafından kaptân-ı derya adıyla Osmanlı bahriyesinin başına getirildi. Bu târihten itibaren kaptân-ı derya ünvânı kullanılmaya başlandı. 1463’e kadar kaptân-ı deryaların rütbesi sancak beyi yâni tümamiral idi. Bu târihden başlayarak derya beylerbeyi (oramiral) rütbesi ile kaptân-ı derya oldular. Bununla beraber eskisi gibi, sancak beyi rütbesiyle kaptân-ı derya olanlar da oldu. Sultan İkinci Bâyezîd zamanında gerek Venedik, gerek Mısır muhârebeleri neticesinde deryâbeyliğinin vazîfe ve salâhiyetleri genişletilmeye başlandı. Nihayet Yavuz Sultan Selim zamanında, o târihe kadar Gelibolu’da üslenen Osmanlı Bahriyesinin merkezi, 15 Mayıs 1516’da temelleri Fâtih Sultan Mehmed Han devrinde atılan İstanbul tersanesine nakledildi. Bu suretle kaptân-ı deryalık devlet merkezinde nüfuz ve te’sirini her gün biraz daha arttıran bir teşkîlât hâlini almaya başladı. Barbaros Hayreddîn Paşa’nın 1533 senesinde Kânûnî Sultan Süleymân Han’a tâbi olduğunu bildirmesi üzerine, Gelibolu sancak beyliği rütbesindeki kaptân-ı deryanın, rütbesinin yükseltilmesi zaruret hâlini aldı. Lütfi Paşa’nın sadâreti esnasında teşrifat (protokol) sırasında Budin eyâletinden sonra gelmek üzere Cezâyir eyâleti (Kaptan paşa eyâleti) kurularak, Anadolu beylerbeyliğinden Kocaeli, Suğla, Biga ve Rumeli beylerbeyliğinden Ağrıboz, İnebahtı, Mezistre, Karlıeli, Midilli sancakları alınarak yeni teşkil edilen eyâlete verildi. Kaptân-ı derya ünvânı, devletin deniz kuvvetlerinin amirali mukabilinde kabul edildi. O târihe kadar aynı mânâda kullanılan derya beyi ünvânı ise filo kumandanlığı derecesine indirildi.
İlk zamanlarda beylerbeyi rütbesinde ve teşrîfât derecesi Budin eyâletinden sonra gelen kaptân-ı derya, deniz zaferlerinin neticesi olarak Anadolu beylerbeyliğinden sonra gelmeye başladı. Zamanla bu da kâfi gelmeyerek vezirlik rütbesi verildi. Deniz kuvvetleri mensuplarının yükselebileceği en yüksek derece olan kaptân-ı derya, dîvân-ı hümâyûna girme hakkını elde ettikten sonra, dîvânın bir rüknü olarak ve taşıdığı rütbeye göre bir yerde oturarak, dîvân müzâkerelerine iştirak etti. Selâhiyeti dahilindeki şikâyetleri dinleyerek hükme bağladı. Kaptân-ı derya İstanbul’da bulunduğu zaman kendisine Akdeniz’de Rodos beyi vekâlet ederdi. Bu mevkî, filo kumandanları arasında kaptân-ı deryadan sonra en yüksek makam olup, bu mevkiden kaptân-ı deryalığa yükselenler olurdu. Daha sonra derya ocaklarının önemlerini kaybetmeleri ve İstanbul tersânesindeki kalyonlar kapudânının nüfuzunun artması üzerine, bu mevkî on yedinci asrın sonundan itibaren kapudâne-i hümâyûn rütbesinde olan, ümerâya verildi.
Kaptân-ı deryanın İstanbul’daki yardımcısı tersane kethüdası idi. Kethüdâlık uzun zaman ehemmiyetini muhafaza etti ve bu mevkiden kaptân-ı deryalığa yükselen şahıslar oldu. Bu ünvân ilk defa sultan üçüncü Selim Han zamanında Umûr-ı bahriye ismini aldı. Sultan dördüncü Mustafa Han devrinde kethüdâlık yeniden ihdas edildi. Halîl Rifat Paşa’nın kaptân-ı deryalığı zamanında da tersane müdürlüğü şekline getirildi. Firârî Ahmed Fevzi Paşa’nın kaptân-ı deryalığı esnasında bahriye müsteşarlığına çevrildi.
Osmanlı Devleti’nin idâri ve askerî teşkilâtlarında olduğu gibi, kaptân-ı deryalık teşkilâtında da zaman zaman, ıslâhat yapıldı. Bu ıslâhat daha ziyâde teşkilâta âid olup, Kaptân-ı derya mevkii eski kânun ve an’aneleriyle devam etti. Sultan dördüncü Murâd Han zamanında, Kara Mustafa Paşa’nın sadâreti sırasında başlayan ıslâhat hareketleri sonunda, bahriye teşkilâtı Tanzîmât’la köklü değişikliğe uğradı. 1863’de kaptân-ı deryalık ünvânı yerine, Umûr-ı bahriye nâzırlığı ünvânı getirildi. 11 Mart 1867 târihinde ise, kaptân-ı derya deniz kuvvetlerinin en yüksek amiralinin rütbesi olarak kabul edildi. Bahriye teşkilâtının idâri ve ve mülkî işleri ise, ayrı bir ünvân olan Bahriye nâzırının uhdesine verildi. Bu târihten itibaren bahriye nâzırları, eski kaptân-ı deryaların vazifesini yaptılar.

DONANMA SEFERE ÇIKARKEN

Andrea Doria’nın kırk kadar kadırga ile Mısır’dan Hind mallarını getiren Salih Reis’i yakalamak üzere, Girid sularında beklediği şayiası duyuldu. Kaptân-ı derya Barbaros Hayreddîn Paşa, kader arkadaşı Salih Reis’in, Doria’nın pususuna düşmesine razı olmıyacağı muhakkaktı. Nitekim ertesi günü aynı şayiayı tersanede duyan Barbaros Hayreddîn Paşa, vezîriâzama koşarak şayianın doğru olup olmadığını sordu. Diğer vezirler de orada idi. Ayas Paşa fevkalâde müteessir bir tavırla;
“Hakikat böyle kardeş, içimiz kan ağlar” dedi.
Diğer vezirler de aynı tarzda konuştular. Bunun üzerine Barbaros Hayreddîn Paşa, onlardan son bir te’minât istedi.
“Salih Reis benim kader arkadaşımdır. Onu göz göre göre küffârın eline bırakamam, feda edemem. Akdeniz’e yelken açmak artık zaruret hâlini aldı. Ancak paşa kardeşlerim, siz de biraz ikdam (gayret) göstermelisiniz” dedi.
Başta vezîriâzam olmak üzere hep birden;
“Asûde-hâtır ol paşa kardeş, gözün arkada kalmasın. Bir mâha kalmaz, diğer sefineler de ikmâl edilir” diye cevap verdiler. Ancak bir ay bekleyemeyecek olan Hayreddîn Paşa, vezîriâzamın sarayından sonra saray-ı hümâyûna giderek huzura çıktı ve vaziyeti Pâdişâh’a da arzederek denize açılmak üzere müsâade istedi Kânûni Sultan Süleymân, kaptan paşanın bu fedakârlığına bir kere daha hayran olmuştu. Ancak onu körükörüne ateşe atmaktan çekiniyordu.
“Ya Doria ziyâde sefine ile çıkarsa?”
“Merak buyurmayınız Sultân’ım, duânız bereketiyle donanma-yı hümâyûnumuzun nâmını küçük düşürmem.”
“Allah seni muzaffer etsin, iki cihânda aziz ol!”
Barbaros’un bu hayır duâ karşısında gözleri dolu dolu olmuştu. Pâdişâh’ın ellerine sarılarak:
“Bizi hatırdan çıkarma Pâdişâh’ım, sana lâyık bir kul olduğumu isbât için, îcâbederse uğrunda fedâ-yı cân edeceğim” dedi. Sonra düşmana hitâbediyormuş gibi denize bakan pencereye döndü, yumruklarını sıktı:
“Küffâr görsün, cihân Pâdişâhını, Sultan Selim Han oğlu Sultan Süleymân Han’ın leventlerini. Hezimete hâzır olsun Doria!”
Sultan Süleymân heyecan içinde idi. Barbaros’a yaklaştı:
“Sana inanıyorum Hayreddîn” dedi.
Huzurdan çıkınca soluğu tersanede alan Barbaros Hayreddîn Paşa, deniz cenklerinde su ve ateş içinde pişmiş tecrübeli kaptanları topladı, îcâb eden emirleri verdi. Askerin derhâl gemilere bindirilmesini emretti.
1538 yılı Haziran ayının yedinci günü donanma-yı hümâyûn Haliç’den çıkmıştı. Bütün gemiler bayraklarla süslü idi. Hayreddîn Paşa, sabahın ilk saatlerinde saraya gitti. Vezirler ve devlet erkânı ile saray erkânı kaptan paşayı kapıda bekliyorlardı. Hayreddîn Paşa, beraberinde kaptanları olduğu hâlde sarayın merasim dâiresine girdi. Kaptanların bellerinde kıymetli taşlarla süslü sırma kemerler, kabzaları mücevherlerle işlenmiş kılıçlar vardı. Bu merasim için askerler de gelmişti. Âdet üzere paşaya bir sancak, davul, nakkare verildi. Sultan Süleymân zafer temenni etti. Vezirler ve devlet erkânı saraydan ayrılan kaptan paşayı iskeleye kadar geçirdiler. Barbaros amiral gemisine çıkınca sefineler demir alıp, yelkenlerini çektiler ve küreklerini yaydılar. Hareket işareti ile toplar, tüfekler patladı.
Kânûnî Sultan Süleymân, Topkapı Sarayı’nın balkonunda, sarayın önünden geçip Marmara’ya açılan donanmasını vakur bir edâ ile temaşa ediyordu. Gemiler ufukta gölge hâline gelinceye kadar balkonda kalmış, sonra:
“Yâ Rabbî! Sen bizi muzaffer eyle. Yüzümüzü ak çıkar, küffarın zebûnu etme!” diye duâ ederek içeriye girmişti.
Pâdişâh duâsını alan Barbaros Hayreddîn Paşa, inşâ hâlindeki gemilerin de iştiraki ile donanmasını güçlendirdi ve 27 Eylül 1538 günü Preveze önlerinde Andrea Doria komutasındaki çok güçlü haçlı donanmasını tam bir hezimete uğrattı. Akdeniz kırk yıl Osmanlının mutlak hâkimiyeti ile şenlendi. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder