Osmanlı Devleti bahriye (deniz
kuvvetleri) teşkilâtının en büyük âmiri ve donanmanın baş kumandanına verilen
ünvân. Buna Deryâ beyi veya Kaptan
paşa da denirdi.
Kaptân-ı deryâ vezirlik rütbesini
hâiz olup, teşrîfâtta (protokolde) vüzerâ-yı izam (büyük vezirler) arasında yer
alırdı. Arz günlerinde Dîvân-ı hümâyûna gelir, derecesine göre vezirlerin
yanında kubbe altında otururdu. Kaptân-ı deryanın elinde hâkimiyet alâmeti
olarak sedefkârî âsâsı olup, tersanede onunla gezerdi. Bahriye ile ilgili
Dîvân-ı hümâyûna gelen dâvalar kendisine havale olunur, dîvânda muayyen bir
yerde oturup dâvalara bakar ve karar verirdi. Tersaneye geldiği zaman orada da
dâva dinler ve dâva işi nereye âid ise oranın kâdısına buyruldu gönderir, lüzum
hâsıl olursa dâvayı kâdıya da havale ederdi.
Bahriye teşkilâtında büyük-küçük
bütün tâyinlerden kaptân-ı derya mes’ûldü. Bâzı mühim işleri sadrâzama arz
ederdi. Bahriye ile ilgili işler için, hüküm yazmaya ve tuğra çekmeye vazifeli
idi. Yâni pâdişâh nâmına ferman yazar, tuğra çekerdi. Derya kalemine âid tımar
ve zeametlerin dağıtılması ve bahriye ile ilgili tâyinler kaptân-ı deryaya
âiddi. Zeamet ve tımar kayıtlarının tashihi ile defterhânedeki esas kayıtlarda
bir yanlışlığa meydan verilmemesi hususunda sadâret makamına telhis gönderirdi.
Pâdişâhın teftiş veya denize gemi
inmesi münâsebetiyle, tersaneye gelişinde, sadrâzamın takdim ettiği ata binerek
dolaşması sırasında, sadrâzam ve kaptân-ı deryanın sedefli âsâ ile önünde
yürümeleri kânun îcâbındandı. Sadrâzamın da zaman zaman tersaneyi gezmek ve
bahriye işlerini gözden geçirmek için gelişinde kaptân-ı derya iskele üzerinde
karşılayıp, kendisinin taşıdığı sedef asasını sadrâzama verir, önüne düşüp,
tersaneyi gezdirir ve işler hakkında lüzumlu açıklamalarda bulunurdu.
Önce sadrâzama sonra pâdişâha karşı
sorumlu olan kaptân-ı deryanın sırasıyla; kapudâne (oramiral), patrona
(koramiral), riyale (tümamiral) olmak üzere üç yardımcısı vardı. Kapudâne,
kaptân-ı deryaya her türlü işinde vekâlet ederdi. Osmanlı deniz kuvvetlerinin
başı olan kaptân-ı deryanın sorumluluk sahası, Akdeniz ve ona bağlı denizler,
Ege denizi, Marmara denizi, Karadeniz, Azak denizi ve Atlas okyanusu idi.
Kaptân-ı derya bütün bu denizleri, buralara üslenmiş amiralleri vasıtasıyla
idare ederdi.
Kaptân-ı derya İstanbul’da bulunduğu
zaman Cuma namazından sonra paşa kapısına gelip, Arz odasında sadrâzamla,
sadrâzam seferde ise, sadâret kaymakamıyla görüşür, arzuya göre, iki haftada
bir, sadâret kethüdasının odasına da uğrardı.
Kaptân-ı deryanın sefere giderken ve
dönüşde, Yalı köşkünde pâdişâhın huzuruna kabulünde, Yalı köşkünün döşeme bahası
olarak pâdişâh hazînesine yirmi bin kuruş para vermesi usûldendi. Kaptân-ı derya
donanmayla sefere çıktığı vakit hukuk ve cezaya âid dâvaları dinler, îcâb edince
hükm-i siyâseti (îdâm karârını) infaz ederdi. Donanmada bir de kâdı bulunur ve
şer’î hükümleri o verirdi. Kaptân-ı deryanın maiyyetinde derya veya donanma
tercümanı adıyla bir tercüman bulunurdu. Bu tercümanlar adalarla ilgili işleri
yürütürlerdi.
Kaptân-ı deryaların kayıkları yedi
çifte ve kadırga burunlu olmasına rağmen, öteki vezirlere âid kayıklar kanca
burunlu idi. Veziriazam kayığının kıçı ise, yeşil çuha ile örtülürdü.
Kaptân-ı deryalığa tâyin edilen zât,
Bâb-ı âli’ye davet olunup kendisine sadrâzam huzurunda kaptân-ı deryalığa
tâyinine dâir ferman okunup, bunun arkasından kürk giydirilir ve sonra tersaneye
gidip orada da merasim yapılırdı. Kaptân-ı deryaların tâyinlerinde, rütbelerine
göre, top atılması ve paşa gemisi tâbir olunan gemiye bayrak çekilmesi, paşanın
bindiği filikaya başlı-kıçlı bayrak asılması da usûldendi. Kaptân-ı deryaların
bindiği gösterişli kadırgaya Kaptan paşa Baştardası adı verilirdi. Kaptan paşa
Baştardasına târih içinde değişen renk ve biçimdeki Kaptan paşa Bayrağı denilen
bayrak çekilirdi. Kaptân-ı deryaların tersanedeki İkâmetgâhlarına (Divanhâne)
denilirdi. Pâdişâhlar herhangi bir suretle tersaneye geldikleri zaman bâzan
burada otururlardı.
İlk zamanlar Gelibolu’da bulunan
daha sonra Cezâyir’e nakledilen kaptân-ı deryalık merkezi eyâletine; kaptân-ı
derya eyâleti, kaptan paşa eyâleti veya Cezâyir eyâleti denirdi. Osmanlı
Devleti’nin hudutlarının genişlemesi nisbetinde genişletilen Kaptan paşa
eyâleti; hâslı ve sâlyâneli (yıllıklı) olarak iki kısma ayrılmıştı. Bunlardan
Gelibolu, Ağrıboz, İnebahtı, Midilli, Sığacık, Kocaeli, Karlıeli, Rodos, Biga ve
Mezistre sancakları haslı; Sakız, Nakşe (Naksos), Mehdiye sancakları ise
sâlyâneli yâni yıllıklı sancaklardı. Kaptan paşa eyâletine bağlı sancakbeylerine
(Derya Beyleri) denilirdi.
Selçuklularda deniz kuvvetleri ile
ilgili komutana Emîr-ül-bahr, Melik-üs-sevâhîl, Emîr-üs-sevâhil
gibi adlar verilirdi. Kaptân-ı deryalık ünvânı Osmanlı Devleti’nin ilk
devirlerinde derya beyi diye anıldı. İlk derya beyi olarak, Orhan Gâzi’nin
cülûsunda (1324) bu görevde bulunan Kara Mürsel Bey’i göstermek mümkündür.
Yıldırım Bâyezîd devrinde Sarıca Paşa, Çelebi Sultan Mehmed devrinde 1416’da
vefât eden Çavlı Bey derya beyi idi. 1451’de Baltaoğlu Süleymân Bey, Fâtih
Sultan Mehmed Han tarafından kaptân-ı derya adıyla Osmanlı bahriyesinin başına
getirildi. Bu târihten itibaren kaptân-ı derya ünvânı kullanılmaya başlandı.
1463’e kadar kaptân-ı deryaların rütbesi sancak beyi yâni tümamiral idi. Bu
târihden başlayarak derya beylerbeyi (oramiral) rütbesi ile kaptân-ı derya
oldular. Bununla beraber eskisi gibi, sancak beyi rütbesiyle kaptân-ı derya
olanlar da oldu. Sultan İkinci Bâyezîd zamanında gerek Venedik, gerek Mısır
muhârebeleri neticesinde deryâbeyliğinin vazîfe ve salâhiyetleri genişletilmeye
başlandı. Nihayet Yavuz Sultan Selim zamanında, o târihe kadar Gelibolu’da
üslenen Osmanlı Bahriyesinin merkezi, 15 Mayıs 1516’da temelleri Fâtih Sultan
Mehmed Han devrinde atılan İstanbul tersanesine nakledildi. Bu suretle kaptân-ı
deryalık devlet merkezinde nüfuz ve te’sirini her gün biraz daha arttıran bir
teşkîlât hâlini almaya başladı. Barbaros Hayreddîn Paşa’nın 1533 senesinde
Kânûnî Sultan Süleymân Han’a tâbi olduğunu bildirmesi üzerine, Gelibolu sancak
beyliği rütbesindeki kaptân-ı deryanın, rütbesinin yükseltilmesi zaruret hâlini
aldı. Lütfi Paşa’nın sadâreti esnasında teşrifat (protokol) sırasında Budin
eyâletinden sonra gelmek üzere Cezâyir eyâleti (Kaptan paşa eyâleti) kurularak,
Anadolu beylerbeyliğinden Kocaeli, Suğla, Biga ve Rumeli beylerbeyliğinden
Ağrıboz, İnebahtı, Mezistre, Karlıeli, Midilli sancakları alınarak yeni teşkil
edilen eyâlete verildi. Kaptân-ı derya ünvânı, devletin deniz kuvvetlerinin
amirali mukabilinde kabul edildi. O târihe kadar aynı mânâda kullanılan derya
beyi ünvânı ise filo kumandanlığı derecesine indirildi.
İlk zamanlarda beylerbeyi rütbesinde
ve teşrîfât derecesi Budin eyâletinden sonra gelen kaptân-ı derya, deniz
zaferlerinin neticesi olarak Anadolu beylerbeyliğinden sonra gelmeye başladı.
Zamanla bu da kâfi gelmeyerek vezirlik rütbesi verildi. Deniz kuvvetleri
mensuplarının yükselebileceği en yüksek derece olan kaptân-ı derya, dîvân-ı
hümâyûna girme hakkını elde ettikten sonra, dîvânın bir rüknü olarak ve taşıdığı
rütbeye göre bir yerde oturarak, dîvân müzâkerelerine iştirak etti. Selâhiyeti
dahilindeki şikâyetleri dinleyerek hükme bağladı. Kaptân-ı derya İstanbul’da
bulunduğu zaman kendisine Akdeniz’de Rodos beyi vekâlet ederdi. Bu mevkî, filo
kumandanları arasında kaptân-ı deryadan sonra en yüksek makam olup, bu mevkiden
kaptân-ı deryalığa yükselenler olurdu. Daha sonra derya ocaklarının önemlerini
kaybetmeleri ve İstanbul tersânesindeki kalyonlar kapudânının nüfuzunun artması
üzerine, bu mevkî on yedinci asrın sonundan itibaren kapudâne-i hümâyûn
rütbesinde olan, ümerâya verildi.
Kaptân-ı deryanın İstanbul’daki
yardımcısı tersane kethüdası idi. Kethüdâlık uzun zaman ehemmiyetini muhafaza
etti ve bu mevkiden kaptân-ı deryalığa yükselen şahıslar oldu. Bu ünvân ilk defa
sultan üçüncü Selim Han zamanında Umûr-ı bahriye ismini aldı. Sultan dördüncü
Mustafa Han devrinde kethüdâlık yeniden ihdas edildi. Halîl Rifat Paşa’nın
kaptân-ı deryalığı zamanında da tersane müdürlüğü şekline getirildi. Firârî
Ahmed Fevzi Paşa’nın kaptân-ı deryalığı esnasında bahriye müsteşarlığına
çevrildi.
Osmanlı Devleti’nin idâri ve askerî
teşkilâtlarında olduğu gibi, kaptân-ı deryalık teşkilâtında da zaman zaman,
ıslâhat yapıldı. Bu ıslâhat daha ziyâde teşkilâta âid olup, Kaptân-ı derya
mevkii eski kânun ve an’aneleriyle devam etti. Sultan dördüncü Murâd Han
zamanında, Kara Mustafa Paşa’nın sadâreti sırasında başlayan ıslâhat hareketleri
sonunda, bahriye teşkilâtı Tanzîmât’la köklü değişikliğe uğradı. 1863’de
kaptân-ı deryalık ünvânı yerine, Umûr-ı bahriye nâzırlığı ünvânı getirildi. 11
Mart 1867 târihinde ise, kaptân-ı derya deniz kuvvetlerinin en yüksek amiralinin
rütbesi olarak kabul edildi. Bahriye teşkilâtının idâri ve ve mülkî işleri ise,
ayrı bir ünvân olan Bahriye nâzırının uhdesine verildi. Bu târihten itibaren
bahriye nâzırları, eski kaptân-ı deryaların vazifesini yaptılar.
DONANMA SEFERE ÇIKARKEN
Andrea Doria’nın kırk kadar kadırga
ile Mısır’dan Hind mallarını getiren Salih Reis’i yakalamak üzere, Girid
sularında beklediği şayiası duyuldu. Kaptân-ı derya Barbaros Hayreddîn Paşa,
kader arkadaşı Salih Reis’in, Doria’nın pususuna düşmesine razı olmıyacağı
muhakkaktı. Nitekim ertesi günü aynı şayiayı tersanede duyan Barbaros Hayreddîn
Paşa, vezîriâzama koşarak şayianın doğru olup olmadığını sordu. Diğer vezirler
de orada idi. Ayas Paşa fevkalâde müteessir bir
tavırla;
“Hakikat böyle kardeş, içimiz kan
ağlar” dedi.
Diğer vezirler de aynı tarzda
konuştular. Bunun üzerine Barbaros Hayreddîn Paşa, onlardan son bir te’minât
istedi.
“Salih Reis benim kader
arkadaşımdır. Onu göz göre göre küffârın eline bırakamam, feda edemem. Akdeniz’e
yelken açmak artık zaruret hâlini aldı. Ancak paşa kardeşlerim, siz de biraz
ikdam (gayret) göstermelisiniz” dedi.
Başta vezîriâzam olmak üzere hep
birden;
“Asûde-hâtır ol paşa kardeş, gözün
arkada kalmasın. Bir mâha kalmaz, diğer sefineler de ikmâl edilir” diye cevap
verdiler. Ancak bir ay bekleyemeyecek olan Hayreddîn Paşa, vezîriâzamın
sarayından sonra saray-ı hümâyûna giderek huzura çıktı ve vaziyeti Pâdişâh’a da
arzederek denize açılmak üzere müsâade istedi Kânûni Sultan Süleymân, kaptan
paşanın bu fedakârlığına bir kere daha hayran olmuştu. Ancak onu körükörüne
ateşe atmaktan çekiniyordu.
“Ya Doria ziyâde sefine ile
çıkarsa?”
“Merak buyurmayınız Sultân’ım,
duânız bereketiyle donanma-yı hümâyûnumuzun nâmını küçük
düşürmem.”
“Allah seni muzaffer etsin, iki
cihânda aziz ol!”
Barbaros’un bu hayır duâ karşısında
gözleri dolu dolu olmuştu. Pâdişâh’ın ellerine sarılarak:
“Bizi hatırdan çıkarma Pâdişâh’ım,
sana lâyık bir kul olduğumu isbât için, îcâbederse uğrunda fedâ-yı cân edeceğim”
dedi. Sonra düşmana hitâbediyormuş gibi denize bakan pencereye döndü,
yumruklarını sıktı:
“Küffâr görsün, cihân Pâdişâhını,
Sultan Selim Han oğlu Sultan Süleymân Han’ın leventlerini. Hezimete hâzır olsun
Doria!”
Sultan Süleymân heyecan içinde idi.
Barbaros’a yaklaştı:
“Sana inanıyorum Hayreddîn” dedi.
Huzurdan çıkınca soluğu tersanede
alan Barbaros Hayreddîn Paşa, deniz cenklerinde su ve ateş içinde pişmiş
tecrübeli kaptanları topladı, îcâb eden emirleri verdi. Askerin derhâl gemilere
bindirilmesini emretti.
1538 yılı Haziran ayının yedinci
günü donanma-yı hümâyûn Haliç’den çıkmıştı. Bütün gemiler bayraklarla süslü idi.
Hayreddîn Paşa, sabahın ilk saatlerinde saraya gitti. Vezirler ve devlet erkânı
ile saray erkânı kaptan paşayı kapıda bekliyorlardı. Hayreddîn Paşa, beraberinde
kaptanları olduğu hâlde sarayın merasim dâiresine girdi. Kaptanların bellerinde
kıymetli taşlarla süslü sırma kemerler, kabzaları mücevherlerle işlenmiş
kılıçlar vardı. Bu merasim için askerler de gelmişti. Âdet üzere paşaya bir
sancak, davul, nakkare verildi. Sultan Süleymân zafer temenni etti. Vezirler ve
devlet erkânı saraydan ayrılan kaptan paşayı iskeleye kadar geçirdiler. Barbaros
amiral gemisine çıkınca sefineler demir alıp, yelkenlerini çektiler ve
küreklerini yaydılar. Hareket işareti ile toplar, tüfekler patladı.
Kânûnî Sultan Süleymân, Topkapı
Sarayı’nın balkonunda, sarayın önünden geçip Marmara’ya açılan donanmasını vakur
bir edâ ile temaşa ediyordu. Gemiler ufukta gölge hâline gelinceye kadar
balkonda kalmış, sonra:
“Yâ Rabbî! Sen bizi muzaffer eyle.
Yüzümüzü ak çıkar, küffarın zebûnu etme!” diye duâ ederek içeriye girmişti.
Pâdişâh duâsını alan Barbaros
Hayreddîn Paşa, inşâ hâlindeki gemilerin de iştiraki ile donanmasını güçlendirdi
ve 27 Eylül 1538 günü Preveze önlerinde Andrea Doria komutasındaki çok güçlü
haçlı donanmasını tam bir hezimete uğrattı. Akdeniz kırk yıl Osmanlının mutlak
hâkimiyeti ile şenlendi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder