12 Nisan 2012 Perşembe

Ahmed Vâsıf


Osmanlı Devleti’nin son zamanlarında yetişen devlet adamı ve İttihâd ve Terakkî fırkası ileri gelenlerinden. İsmi, Mehmed Talat olup, babası, bâzı kazalarda sorgu hâkimi muavinliği yapan Ahmed Vâsıf Efendi, annesi Hürmüz Hanım’dır. Aslen Kırcaali’nin Çepelceli köyünden olup, 1874’de Edirne’de doğdu. İlk tahsîlini, Vize İbtidâî mektebinde gördükten sonra, Edirne askerî Rüşdiye mektebine girdi. Burayı bitirip, İdâdî mektebine kaydolacağı sırada mekteb muallimlerinden birini döğdüğü için diploma alamadı. Daha sonra aldıysa da, kayıt zamanı geçtiği için idâdiye giremedi. On sekiz yaşındayken babasını kaybetti. Bundan sonra, Edirne posta ve telgraf idaresinde kâtiplik vazîfesi aldı ve Alyans İsrail mektebinde Türkçe hocalığı yaptı. Mekteb müdürünün kızından Fransızca öğrendi.

İlk gençilk yıllarından îtibâren devlete ve sultan İkinci Abdülhamîd Han’a karşı düşmanca bir tavır aldı ve bu yolda faaliyetlere katıldı. Devlet aleyhindeki faaliyetleri tesbit edildiğinden, arkadaşlarından Faik Bey ve Hâfız İbrâhim Efendi’yle birlikte tutuklandı. Bir müddet Edirne cezâevinde habsedildi ise de, affedilerek serbest bırakıldı. Edirne vâlisi Arif Bey’in, Mehmed Talat’ın idâri ve siyâsî bakımdan Edirne’de kalmasının mahzurlu olduğunu bildirmesi üzerine Selânik’e gönderildi. O sırada Selanik vâlisi olan Rızâ Paşa’dan iyi muamele gördü. Bir müddet Selanik ile Manastır arasında Seyyar posta me’murluğu yaptı. Daha sonra da, Selanik posta müdürlüğü baş kâtipliği vazifesine getirildi. Rahmi, Midhat Şükrü, Manyâsizâde Refik beyler ve diğer arkadaşlarıyla birlikte, merkezi Paris’de bulunan İttihâd ve Terakkî cemiyeti fikirlerinin yayılmasında ziyadesiyle gayret gösterdi. Bu sırada mason locasına girerek, devlet ve sultan İkinci Abdülhamîd Han aleyhindeki faaliyetlerine devam etti. Daha sonra, Selânik’de açılan Hukuk mektebine girdi. Hukuk tahsili boyunca talebeye ihtilâl fikirlerini telkîn etti. Bu işlerle uğraşırken ders çalışmaya fırsat bulamadığı için Hukuk mektebini bitirmeden ayrıldı.
Talat Bey’in ihtilâl fikirlerini yaymaya çalıştığı, Bâb-ı âlî tarafından tesbit edilerek devlet me’mûriyetinden azline ve Anadolu’da bir yere sürgün edilmesine karar verildi. Bu durumu haber alan Talat Bey, Rumeli umûmî müfettişi Hüseyin Hilmi Paşa’ya müracaat ederek, sürgünden kurtarılmasını istedi. Hüseyin Hilmi Paşa’nın araya girmesiyle sürgüne gitmekten kurtuldu. Açıkta kalmaması için de, husûsî bir mektebin müdürü olan Midhat Şükrü Bey, istifa ettirilerek yerine Talat Bey getirildi.
1906 Eylül’ünde, Selânik’de gizlice faaliyet gösteren ve kurucularının ekseriyeti Üçüncü ordu subaylarından olan Osmanlı Hürriyet cemiyetini kurdu. Balkan komitacılarıyla işbirliği yaparak, sultan İkinci Abdülhamîd Han’ı tahttan indirmeyi gaye edinen ve ihtilâlci bir hüviyete sâhib olan bu cemiyetin kurucularının çoğu mason idi. İçerde ve dışarda faaliyet gösteren; Osmanlı Devleti’nin parçalanması, yıkılması ve sultan İkinci Abdülhamîd Han’ın tahttan indirilmesi gayesiyle kurulan cemiyetleri kendinde toplamayı başaran bu cemiyet, silâhlı kuvvetler çevresinde hızla yayılarak, pek çok tarafdâr buldu. Bir yıl sonra merkezi Paris’te bulunan Osmanlı Terakkî ve İttihâd cemiyetiyle birleşme karârı aldı. Böylece Mehmed Talat Bey’in de kurucuları arasında yer aldığı Osmanlı Hürriyet Cemiyeti Osmanlı Terakkî ve İttihâd cemiyeti, daha sonra da İttihâd ve Terakkî adını alan cemiyetin Paris’ten sonra ikinci merkez-i umûmîyesi Selanik’te faaliyete başladı.
Meşrûtiyetin ilânından önce iki defa İstanbul’a gelen Mehmed Talat Bey, İstanbul’da İttihâd ve Terakkî cemiyetinin şubesini açtıktan sonra Selânik’e döndü. 1908’de ikinci Meşrûtiyetin ilânından sonra yapılan seçimlerde Meclis-i meb’ûsâna İttihâd ve Terakkînin Edirne meb’ûsu olarak girdi. İttihâd ve Terakkî içindeki aktifliği sebebiyle Meclis-i meb’ûsânın birinci reis vekili seçildi. Otuzbir Mart vak’asından sonra Meclis-i âyân ve Meclis-i meb’ûsânın birleşmesiyle toplanan Meclis-i millî-i umûmîde meb’usları tehdîd ederek sultan İkinci Abdülhamîd Han’ın tahttan indirilmesi ile ilgili karârı aldırdı. 1909’da meb’ûslardan meydana gelen ve İngiltere’ye giden hey’ete başkanlık etti. Tahsili, rütbesi ve tecrübesi olmadığı hâlde İttihâd ve Terakkî içindeki aktifliği sebebiyle, yeni kurulan Hüseyin Hilmi Paşa kabinesinde dâhiliye nâzırlığı vazifesi verildi. Daha sonra kurulan Küçük Saîd Paşa hükümetinde ise posta ve telgraf nâzırlığına getirildi. Büyük kabine diye de bilinen Gâzi Ahmed Muhtar Paşa hükümeti kuruldu. Bu sırada Balkan milletlerinin Rusya’nın desteğiyle Osmanlı Devletine karşı birleşmeleri, kaybolan itibârlarını kazanmak isteyen İttihâd ve Terakkî ileri gelenlerinin tahrikleri sebebiyle Balkan harbine girildi. Harbin devamı esnasında Gâzi Ahmed Muhtar Paşa’nın da istifasından sonra, Kâmil Paşa sadârete getirildi. İttihâd ve Terakkî ileri gelenlerinden olan Mehmed Talat Bey, Balkan harbinin korkunç neticeleri alınmak üzereyken, Kâmil Paşa hükümetine karşı 23 Ocak 1913’de düzenlenen ve Bâb-ı âlî baskını olarak bilinen kanlı baskının tertipleyicileri arasında yer aldı. O yıllarda İttihâd ve Terakkî’nin merkezi durumunda olan ve şimdiki Cumhuriyet gazetesinin bulunduğu kırmızı konak ve bu binanın karşısındaki Menzil müfettişliğinde toplanan, İttihadcılardan önce Bâb-ı âlî’ye giden Talat Bey, bir kaç zabit ile içeri girdi. Daha sonra Enver Bey’le birlikte Bâb-ı âlî’ye gelen İttihâdcılar kanlı Bâb-ı âlî baskınını düzenleyerek, Harbiye nâzırı Nâzım Paşa’yı ve on iki kişiyi öldürdürler. Mehmed Talat Paşa, dâhiliye nâzırı vekîli olarak vâliliklere telgrafla iktidar değişikliğini bildirdi. Sadrâzam Kâmil Paşa’yı zorla istifa ettirerek, yerine Mahmûd Şevket Paşa’yı getirttiler.
29 Eylül 1913’de İstanbul’da Bulgarlarla yapılan sulh görüşmelerine birinci murahhas olarak katılan Mehmed Talat Bey, Mahmûd Şevket Paşa’nın öldürülmesinden sonra, Saîd Halîm Paşa hükümetinde ikinci defa dâhiliye nâzırı olarak vazife aldı. Harbiye nâzırı Enver, Meclis-i meb’ûsân başkanı Halil beylerle ve sadrâzam Saîd Halîm Paşa’yla birlikte hareket ederek Osmanlı Devleti’nin Almanlarla ittifak andlaşması imzalanmasını sağladı. Alman hayranı olan Mehmed Talat Bey, Osmanlı Devleti’nin diğer İttihâd ve Terakkî ileri gelenleriyle birlikte İngiltere, Fransa ve Rusya gibi devletlerden meydana gelen itilâf devletlerine karşı, oldu bittiye getirilerek Birinci Dünyâ harbine girilmesini sağladı. Bu harbde milyonlarca müslüman-Türk gencinin telef olmasına ve pek çok vatan toprağının elden çıkmasına sebeb oldu.
Mehmed Talat Bey, müşirlikten ve vezirlikten gelmemesine; “Doğrusu ben kendime güvenemiyorum, sadrâzamlık kolay bir iş değil, bu yer için daha liyâkatti birini bulalım” diyerek tecrübesizliğini ve beceriksizliğini itiraf etmesine rağmen, sadrâzam Saîd Paşa’nın istifa etmesi üzerine İttihâd ve Terakkî’nin baskısıyla 4 Şubat 1917’de vezirlik rütbesi verilerek sadrâzam yapıldı. Rus çarlığının ihtilâl neticesi yıkılması üzerine iktidara gelen Bolşeviklerle Brest Litovsk’da yapılan barış müzâkerelerine katıldı. Hükümet reîsi sıfatıyla andlaşmayı imzaladı. Çok geçmeden harbin aldığı şekil ve Kafkasya mes’elesi sebebiyle görüşmelerde bulunmak üzere Berlin’e gitti. Bulgaristan mütâreke teklif ederek harbden çekildi. Harb çok fecî bir hâl aldı. Bütün cepheler tam bir çöküntü hâline girdi. Artık harbin kazanılacağına ümid kalmadı. Osmanlı Devleti’nin müttefiki olan Almanya bile her şeyin bittiğinin farkındaydı. Buna rağmen Talat Paşa iktidarı bırakma niyetinde değildi. Fakat Bulgaristan’nın mütâreke imzalayıp harbden çekilmesi üzerine, gâlib devletlere müracaat ederek mütâreke teklifinde bulunmayı düşündü. Bu müracaatı iktidar hırsı uğruna koskoca devleti batıran İttihâd ve Terakkî erkânı ve sadrâzam Talat Paşa yapamazdı. Çünkü bunlar, büyük bir târihî mes’ûliyet altındaydılar ve millete hesap verme durumundaydılar. Bunun için de Talat Paşa’nın istifa etmesi gerekiyordu. Nihayet Talat Paşa, 8 Ekim 1918’de sadâretten istifa etti. Fakat yeni hükümet kuruluncaya kadar Talat Paşa’nın istifası duyurulmadı. 13 Ekim 1918’de Talat Paşa’nın istifası îlân edilince, sadrâzamlığa ikinci ordu kumandanlığı ve Kafkas cephesi kumandanlığı yapmış olan Ahmed İzzet Paşa getirildi. Böylece on seneden az bir zaman zarfında, sultan İkinci Abdülhamîd Han’dan devralınan üç kıt’aya yayılmış altı yüz senelik koca bir devleti, korkunç bir İhtiras ve cehalet ile târihin sinesine gömen, komitacılıktan başka bir meziyeti olmayan, bu bakımdan birinci derecede mes’ûl kişilerden olan Talat Paşa iktidardan çekilmiş oldu.
Bir sene sekiz ay iki günlük sadâreti müddetinde memleketin karmakarışık olduğu, herkesin ölüm ve habs korkusu içinde yaşadığı, can, mal ve namus emniyetinin kalmadığı, İslâm düşmanlığının moda olduğu, her vilâyette zâlim ve ırz düşmanlarının türediği bir zamanda, Talat, Enver, Cemâl paşalar ile Dr. Bahâeddîn Şâkir ve Dr. Nâzım ile birlikte 30 Ekim 1918 gecesi memleketten kaçtı.
Kaçıp giderken halefi İzzet Paşa’ya bıraktığı mektûbda, mes’üliyetini kabul edip müsâid bir vaziyet hâsıl olduğu zaman hesâb vermeye geleceğinden ve bilhassa tâyin edilecek cezayı, kemâl-i cesaretle çekmek istediğinden bahs eden Talat Paşa, Almanya’nın Berlin şehrine kaçtı. Bir müddet mülteci olarak kaldığı, Berlin’deki apartmanına yakın bir sokakta, 15 Mart 1921’de Taleryan adında bir ermeni komitacısı tarafından kurşunlanarak öldürüldü. 47 yaşındayken öldürülen Talat Paşa’nın cenazesi tahnit edilerek, Berlin müslüman mezarlığında bulunan mescidin altındaki mahzende senelerce kaldıktan sonra, 25 Şubat 1944’de İstanbul’a getirilerek Hürriyet-i Ebediyye tepesine defnedildi.
Türk olmayıp çingene ırkından olduğu hakkında meşhur rivayet bulunan, bu konuda hakkında söylenenlere cevap vermek için; “Din ve milliyet mes’eleleri sırf kanâat ve telakki mes’eleleridir” diyen Talat Paşa, tahsili ve tecrübesi olmadığı hâlde Osmanlı Devleti târihinde alelade bir me’mûrluktan sadrâzamlığa yükselen ilk adamdır. Alman hayranı olan Talat Paşa, üç paşalar diye bilinen Enver, Talat ve Cemâl paşalar arasındaki anlaşmazlıklarda, Cemâl Paşa’yı desteklemiştir. Fakat, zaman zaman Suriye ve Hicaz bölgesinde müstakil bir hükümdar gibi hareket eden bahriye nâzırı Cemâl Paşa ile de görüş ayrılıkları olmuştur. Hattâ Cemâl Paşa’yı buradan uzaklaştırmak için teşebbüse geçmiştir.
İttihâd ve Terakkî’nin kuruluşundan, Mondros mütârekesi sonundaki yıkılışına kadar devam eden, Merkez-i umûmî saltanatı dönemindeki devletin yıkılmasına ve milletin perişan edilmesine yönelik bütün hâdiselerde mes’ûliyeti olan Talat Paşa, Meclis-i meb’ûsân reisi Ahmed Rızâ’nın hatıratında belirttiği gibi, fevkalâde bir komitacı ve bir çete reîsi idi. Peyâm-ı Sabah gazetesinde Cenab Şehâbeddîn; “Yırtıcı Kuşlar” başlıklı yazısında, Talat Paşa’nın komitacılığından bahisle; “O, Sandanski’ye (meşhur Bulgar komitacısı) taş çıkaran bir komitacı idi. Onun habis bir zekâsı vardı. Ağ örmeğe, tuzak kurmaya, pusuya yatırmaya, harmanyola çevirmeye müsâid hîlekâr, düzenbaz, kalleş bir zekâ” demiştir.
İsmâil Hami Danişmend de Kronolojisi’nde; Bâb-ı âlî’ye komitacılık ruhunu sokmuş ve devleti tıpkı bir Balkan çetesi gibi idare etmiş” diyerek gerçeği anlatmıştır. Dr. Adnan Adıvar ise, Talat Paşa hakkında; “En hafif tarafı atlatmak idi. Sadrâzamlığı sırasında bir gün sadâret odasından çıkarken iş için müracaat eden bir adama; “Peki bayramdan sonra yaparız” dedi. Oysa bayram daha yeni geçmişti. Şaşıran adam; “Efendi, bayram geçeli bir hafta oldu” deyince; Talat Paşa hiç düşünmeden; “Evet Kurban bayramından sonra deyiverdi” yazmaktadır.
Sultan İkinci Abdülhamîd Han’ın tahttan indirilmesinde en büyük rolü oynayan Talat Paşa, İttihâd ve Terakkî muhaliflerini de birer birer sokak ortasında öldürttü. O Bâb-ı âlî baskınından sonra sadrâzamlığa getirilen Mahmûd Şevket Paşa’yı öldürttükten sonra, bunu bahane ederek İttihâd ve Terakkî muhaliflerini İstanbul dışına süren, bu hâdiseden sonra tam bir terör idaresi kuran adamdır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder