Sultan ikinci Selîm Han tarafından
büyük Türk mîmârı Mîmâr Sinân’a, Edirne’de yaptırılan meşhur câmi. İnşâasına
1568’de başlanıp, 1575’de tamamlandı. Çevresinde bir de külliye yapılmıştır.
Külliyesi ile birlikte 28.500 m2’lik bir sahayı kaplar.
Mîmâr Sinân, bu câminin yapımına
nasıl başladığını şöyle anlatır: “Sultan Selîm Han, Edirne’yi çok severlerdi. Bu
şehirde büyük bir câmi yaptırmak arzusu ile buyurdular ki: “Öyle bir câmi inşâ
edesin ki, dünyâ durdukça ayakta kalacak, her göreni hayranlığa götürecek ve yer
yüzünde bir eşi olmıyacaktır!” Ben de gidip çalışmaya
başladım.”
Mîmâr Sinân, Selimiye Câmii’ni
yapmaya başladığı zaman 80 yaşına basmıştı. Çeşitli denemelerden sonra, bütün
Türk mimarisinin ve kendisinin o zamana kadar ortaya koyduğu gelişmeleri
değerlendirerek, bunların toplu bir ifâdesi olan Selimiye Câmii’ni yapmıştır.
Hattâ kalfalık eseri olarak gördüğü İstanbul Süleymâniye Câmii’nden sonra,
Selimiye’ye “ustalık eserim” demiştir.
Cami, Edirne şehrinin en yüksek
noktasında. Yıldırım Bâyezîd Hân’ın yaptırdığı bir sarayın kalıntıları üzerine
kurulmuştur. Sekiz fil payeye dayanan muazzam kubbe ile köşelerdeki eksedra
denilen çeyrek kubbelerden yapılmıştır. Bu muhteşem kubbenin kasnağı 40
pencerelidir. Dâire çapı 31,28 m . tabandan yüksekliği
43,28
m . çevresi ise 92 metredir. Etrafını çeviren ince endamlı
dört minâresiyle çok uzaklardan kendini belli eder. Minarelerinin yakınlığı
esere ayrı bir güzellik verir. Kubbenin ağırlığı, sekiz paye ve bunların
arkasındaki payanda kemerleriyle karşılanarak, sekizgen kaide üzerine oturan
kubbe sistemi, en son imkânlarına kadar genişletilmiştir. İçeride, kubbenin
bıraktığı köşelere eksedralar gelmiş, payeler arasında kemerler de pencere
sıraları ile doldurulmuş, duvar bırakılmamıştır. Altı metre derinlikteki mihrâb
bölümü ise daha alçakta kalan bir yarım kubbe ile örtülmüştür. Çok uzaklardan
bakılınca, câmi, önce her biri 71 metre boyundaki dört minaresi ile
göze çarpar. Yaklaştıkça, minareler kubbe ile ahenkli bir bütün hâline gelir.
Üçer şerefeli minarelerden revaklı avlunun iki köşesindeki iki minareye iç içe
yerleştirilmiş üç ayrı merdivenle çıkılır. Birinci merdiven, birinci şerefe ile
üçüncü şerefeye ulaşır. İkinci merdiven, ikinci şerefe ile üçüncü şerefeye,
üçüncü merdiven ise, üçüncü şerefeye çıkar, birinci ve ikinci şerefeye açılmaz.
Arka kısımdaki diğer iki minare ise tek merdivenlidir. Dört minarenin dördü de
aynı kalınlıktadır. Dört kademe hâlinde öne fırlayan çörtenler (oluklar),
pencere alınlıklarına ve uygun yerlere konan renkli taş süslemeler, panolar,
kemerlerdeki renkli taşlar ve kemer şekilleriyle açıklıkların değişmesi bir
zenginlik ve olgun güzellik sağlamaktadır. Ayasofya’nın kubbesinden bir metre
kadar yüksekliktedir. Basık kubbeyi tutmak için, Ayasofya’da yapılan kalın
dayanak duvarlar görünüşü dışardan çirkinleştirmiştir. Selimiye’de ise kubbe
yüksek tutularak hem duvarların bina içine alınması, onun bir kısmı hâline
getirilmesi kolaylaştırılmış, hem de estetik görünüş kazandırılmıştır.
Ayasofya’nın ilk kubbesi basık olduğu için yıkıldığı hâlde, Sinân’ın eserleri
zelzelelerden hiç bir şekilde zarar görmemiştir.
Mermerden yapılmış minber,
işçiliğindeki incelik, yükseklik, büyüklük ve güzellik bakımından diğer eserleri
geride bırakır. Mihrâb kısmındaki duvarlar, minberin arkası ve külahı ile bütün
alt kat pencerelerin alınlıkları parlak bir çini dekoru ile kaplanmıştır. Üst
kısımda, lâcivert zemin üzerine iri beyaz harflerle Bekara sûresinin son
âyetleri ve Fâtiha sûresi yazılıdır. Mihrâb kısmının sol tarafındaki, hünkâr
mahfili göz alıcı zengin çinilerle hemen dikkati çeker. Sonradan kesilip,
yerlerine konmuş gibi görünen bu hünkâr mahfilindeki çiçekli ve meyveli İznik
çinileri, her mevsim bahar havası verirler. 1878 yılında Rusların Edirne’yi
işgali sırasında, Rus generali Skoblef, o bölüm çinilerini sökerek Rusya’ya
götürdü. Onun işlediği san’at cinayeti, gelecek nesillere onların yüz karası
olarak devamlı intikâl edecektir.
Selimiye’nin önünde revaklarla
çevrili câzib bir avlu ile, ortasında mermerden itinâ ile işlenmiş on iki köşeli
çok güzel bir şadırvan bulunmaktadır. Son cemâat yeri revakları, avlu
revaklarından daha yüksek ve ortadaki kubbesi de yivlidir. Yukarısı
mukarnaslarla süslü olan mermerden cümle kapısının, sadeliği içinde muhteşem bir
hâli vardır. Taş duvarlarla çevrili geniş dış avlu içinde yer alan Dârüssıbyân,
Dârülkurrâ (Kur’ân-ı kerîm ilimlerinin öğretildiği yer), Dârülhadîs, medrese
çevreler ki, bunların hepsi imâret ile birlikte bir külliye meydana getirir.
Selimiye Câmii, Osmanlı
medeniyetinin en güzel alâmeti ve Osmanlı mimarisinde mühendislik bakımından en
eşsiz eserdir. Dört kademe hâlinde, aşağıdan yukarıya doğru, yükselen ve değişik
renkli taşlar ve açıklıkları ile zenginleşen bu âbide; büyüklük, yükseklik,
topluluk, ışık nisbetlerindeki ahenk bakımından yeryüzünün sayılı
şaheserlerinden biridir. Hattâ Enest Diez adındaki bir yabancı uzman; “Selîmiye,
büyüklük, yükseklik, topluluk, ışık etkisi bakımından yeryüzündeki bütün
yapılardan üstündür” demektedir.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Mîmâr Sinân Dönemi Türk Mimarlığı ve
San’atı; sh. 135
2) Mimarbaşı Koca Sinân; sh.
165
3) Rehber Ansiklopedisi; cild-15, sh.
148
4) Uluslararası Türk ve İslâm Bilim ve
Teknoloji Târihi Kongresi, cild-2, sh. 155
5) Mîmâr Sinân ve Selimiye Câmii, (Lâle
Dergisi)
6) Selimiye Câmii (Hayat Târih Mecmuası,
sene-1966, sayı-7) sh. 32.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder