Osmanlı Devleti’nin son zamanlarında
yetişen devlet adamı ve İttihâd ve Terakkî fırkası ileri gelenlerinden. İsmi,
Mehmed Talat olup, babası, bâzı kazalarda sorgu hâkimi muavinliği yapan Ahmed
Vâsıf Efendi, annesi Hürmüz Hanım’dır. Aslen Kırcaali’nin Çepelceli köyünden
olup, 1874’de Edirne’de doğdu. İlk tahsîlini, Vize İbtidâî mektebinde gördükten
sonra, Edirne askerî Rüşdiye mektebine girdi. Burayı bitirip, İdâdî mektebine
kaydolacağı sırada mekteb muallimlerinden birini döğdüğü için diploma alamadı.
Daha sonra aldıysa da, kayıt zamanı geçtiği için idâdiye giremedi. On sekiz
yaşındayken babasını kaybetti. Bundan sonra, Edirne posta ve telgraf idaresinde
kâtiplik vazîfesi aldı ve Alyans İsrail mektebinde Türkçe hocalığı yaptı. Mekteb
müdürünün kızından Fransızca öğrendi.
İlk gençilk yıllarından îtibâren
devlete ve sultan İkinci Abdülhamîd Han’a karşı düşmanca bir tavır aldı ve bu
yolda faaliyetlere katıldı. Devlet aleyhindeki faaliyetleri tesbit edildiğinden,
arkadaşlarından Faik Bey ve Hâfız İbrâhim Efendi’yle birlikte tutuklandı. Bir
müddet Edirne cezâevinde habsedildi ise de, affedilerek serbest bırakıldı.
Edirne vâlisi Arif Bey’in, Mehmed Talat’ın idâri ve siyâsî bakımdan Edirne’de
kalmasının mahzurlu olduğunu bildirmesi üzerine Selânik’e gönderildi. O sırada
Selanik vâlisi olan Rızâ Paşa’dan iyi muamele gördü. Bir müddet Selanik ile
Manastır arasında Seyyar posta me’murluğu yaptı. Daha sonra da, Selanik posta
müdürlüğü baş kâtipliği vazifesine getirildi. Rahmi, Midhat Şükrü, Manyâsizâde
Refik beyler ve diğer arkadaşlarıyla birlikte, merkezi Paris’de bulunan İttihâd
ve Terakkî cemiyeti fikirlerinin yayılmasında ziyadesiyle gayret gösterdi. Bu
sırada mason locasına girerek, devlet ve sultan İkinci Abdülhamîd Han
aleyhindeki faaliyetlerine devam etti. Daha sonra, Selânik’de açılan Hukuk
mektebine girdi. Hukuk tahsili boyunca talebeye ihtilâl fikirlerini telkîn etti.
Bu işlerle uğraşırken ders çalışmaya fırsat bulamadığı için Hukuk mektebini
bitirmeden ayrıldı.
Talat Bey’in ihtilâl fikirlerini
yaymaya çalıştığı, Bâb-ı âlî tarafından tesbit edilerek devlet me’mûriyetinden
azline ve Anadolu’da bir yere sürgün edilmesine karar verildi. Bu durumu haber
alan Talat Bey, Rumeli umûmî müfettişi Hüseyin Hilmi Paşa’ya müracaat ederek,
sürgünden kurtarılmasını istedi. Hüseyin Hilmi Paşa’nın araya girmesiyle sürgüne
gitmekten kurtuldu. Açıkta kalmaması için de, husûsî bir mektebin müdürü olan
Midhat Şükrü Bey, istifa ettirilerek yerine Talat Bey getirildi.
1906 Eylül’ünde, Selânik’de gizlice
faaliyet gösteren ve kurucularının ekseriyeti Üçüncü ordu subaylarından olan
Osmanlı Hürriyet cemiyetini kurdu. Balkan komitacılarıyla işbirliği yaparak,
sultan İkinci Abdülhamîd Han’ı tahttan indirmeyi gaye edinen ve ihtilâlci bir
hüviyete sâhib olan bu cemiyetin kurucularının çoğu mason idi. İçerde ve dışarda
faaliyet gösteren; Osmanlı Devleti’nin parçalanması, yıkılması ve sultan İkinci
Abdülhamîd Han’ın tahttan indirilmesi gayesiyle kurulan cemiyetleri kendinde
toplamayı başaran bu cemiyet, silâhlı kuvvetler çevresinde hızla yayılarak, pek
çok tarafdâr buldu. Bir yıl sonra merkezi Paris’te bulunan Osmanlı Terakkî ve
İttihâd cemiyetiyle birleşme karârı aldı. Böylece Mehmed Talat Bey’in de
kurucuları arasında yer aldığı Osmanlı Hürriyet Cemiyeti Osmanlı Terakkî ve
İttihâd cemiyeti, daha sonra da İttihâd ve Terakkî adını alan cemiyetin
Paris’ten sonra ikinci merkez-i umûmîyesi Selanik’te faaliyete başladı.
Meşrûtiyetin ilânından önce iki defa
İstanbul’a gelen Mehmed Talat Bey, İstanbul’da İttihâd ve Terakkî cemiyetinin
şubesini açtıktan sonra Selânik’e döndü. 1908’de ikinci Meşrûtiyetin ilânından
sonra yapılan seçimlerde Meclis-i meb’ûsâna İttihâd ve Terakkînin Edirne meb’ûsu
olarak girdi. İttihâd ve Terakkî içindeki aktifliği sebebiyle Meclis-i
meb’ûsânın birinci reis vekili seçildi. Otuzbir Mart vak’asından sonra Meclis-i
âyân ve Meclis-i meb’ûsânın birleşmesiyle toplanan Meclis-i millî-i umûmîde
meb’usları tehdîd ederek sultan İkinci Abdülhamîd Han’ın tahttan indirilmesi ile
ilgili karârı aldırdı. 1909’da meb’ûslardan meydana gelen ve İngiltere’ye giden
hey’ete başkanlık etti. Tahsili, rütbesi ve tecrübesi olmadığı hâlde İttihâd ve
Terakkî içindeki aktifliği sebebiyle, yeni kurulan Hüseyin Hilmi Paşa
kabinesinde dâhiliye nâzırlığı vazifesi verildi. Daha sonra kurulan Küçük Saîd
Paşa hükümetinde ise posta ve telgraf nâzırlığına getirildi. Büyük kabine diye
de bilinen Gâzi Ahmed Muhtar Paşa hükümeti kuruldu. Bu sırada Balkan
milletlerinin Rusya’nın desteğiyle Osmanlı Devletine karşı birleşmeleri,
kaybolan itibârlarını kazanmak isteyen İttihâd ve Terakkî ileri gelenlerinin
tahrikleri sebebiyle Balkan harbine girildi. Harbin devamı esnasında Gâzi Ahmed
Muhtar Paşa’nın da istifasından sonra, Kâmil Paşa sadârete getirildi. İttihâd ve
Terakkî ileri gelenlerinden olan Mehmed Talat Bey, Balkan harbinin korkunç
neticeleri alınmak üzereyken, Kâmil Paşa hükümetine karşı 23 Ocak 1913’de
düzenlenen ve Bâb-ı âlî baskını olarak bilinen kanlı baskının tertipleyicileri
arasında yer aldı. O yıllarda İttihâd ve Terakkî’nin merkezi durumunda olan ve
şimdiki Cumhuriyet gazetesinin bulunduğu kırmızı konak ve bu binanın
karşısındaki Menzil müfettişliğinde toplanan, İttihadcılardan önce Bâb-ı âlî’ye
giden Talat Bey, bir kaç zabit ile içeri girdi. Daha sonra Enver Bey’le birlikte
Bâb-ı âlî’ye gelen İttihâdcılar kanlı Bâb-ı âlî baskınını düzenleyerek, Harbiye
nâzırı Nâzım Paşa’yı ve on iki kişiyi öldürdürler. Mehmed Talat Paşa, dâhiliye
nâzırı vekîli olarak vâliliklere telgrafla iktidar değişikliğini bildirdi.
Sadrâzam Kâmil Paşa’yı zorla istifa ettirerek, yerine Mahmûd Şevket Paşa’yı
getirttiler.
29 Eylül 1913’de İstanbul’da
Bulgarlarla yapılan sulh görüşmelerine birinci murahhas olarak katılan Mehmed
Talat Bey, Mahmûd Şevket Paşa’nın öldürülmesinden sonra, Saîd Halîm Paşa
hükümetinde ikinci defa dâhiliye nâzırı olarak vazife aldı. Harbiye nâzırı
Enver, Meclis-i meb’ûsân başkanı Halil beylerle ve sadrâzam Saîd Halîm Paşa’yla
birlikte hareket ederek Osmanlı Devleti’nin Almanlarla ittifak andlaşması
imzalanmasını sağladı. Alman hayranı olan Mehmed Talat Bey, Osmanlı Devleti’nin
diğer İttihâd ve Terakkî ileri gelenleriyle birlikte İngiltere, Fransa ve Rusya
gibi devletlerden meydana gelen itilâf devletlerine karşı, oldu bittiye
getirilerek Birinci Dünyâ harbine girilmesini sağladı. Bu harbde milyonlarca
müslüman-Türk gencinin telef olmasına ve pek çok vatan toprağının elden
çıkmasına sebeb oldu.
Mehmed Talat Bey, müşirlikten ve
vezirlikten gelmemesine; “Doğrusu ben kendime güvenemiyorum, sadrâzamlık kolay
bir iş değil, bu yer için daha liyâkatti birini bulalım” diyerek
tecrübesizliğini ve beceriksizliğini itiraf etmesine rağmen, sadrâzam Saîd
Paşa’nın istifa etmesi üzerine İttihâd ve Terakkî’nin baskısıyla 4 Şubat 1917’de
vezirlik rütbesi verilerek sadrâzam yapıldı. Rus çarlığının ihtilâl neticesi
yıkılması üzerine iktidara gelen Bolşeviklerle Brest Litovsk’da yapılan barış
müzâkerelerine katıldı. Hükümet reîsi sıfatıyla andlaşmayı imzaladı. Çok
geçmeden harbin aldığı şekil ve Kafkasya mes’elesi sebebiyle görüşmelerde
bulunmak üzere Berlin’e gitti. Bulgaristan mütâreke teklif ederek harbden
çekildi. Harb çok fecî bir hâl aldı. Bütün cepheler tam bir çöküntü hâline
girdi. Artık harbin kazanılacağına ümid kalmadı. Osmanlı Devleti’nin müttefiki
olan Almanya bile her şeyin bittiğinin farkındaydı. Buna rağmen Talat Paşa
iktidarı bırakma niyetinde değildi. Fakat Bulgaristan’nın mütâreke imzalayıp
harbden çekilmesi üzerine, gâlib devletlere müracaat ederek mütâreke teklifinde
bulunmayı düşündü. Bu müracaatı iktidar hırsı uğruna koskoca devleti batıran
İttihâd ve Terakkî erkânı ve sadrâzam Talat Paşa yapamazdı. Çünkü bunlar, büyük
bir târihî mes’ûliyet altındaydılar ve millete hesap verme durumundaydılar.
Bunun için de Talat Paşa’nın istifa etmesi gerekiyordu. Nihayet Talat Paşa, 8
Ekim 1918’de sadâretten istifa etti. Fakat yeni hükümet kuruluncaya kadar Talat
Paşa’nın istifası duyurulmadı. 13 Ekim 1918’de Talat Paşa’nın istifası îlân
edilince, sadrâzamlığa ikinci ordu kumandanlığı ve Kafkas cephesi kumandanlığı
yapmış olan Ahmed İzzet Paşa getirildi. Böylece on seneden az bir zaman
zarfında, sultan İkinci Abdülhamîd Han’dan devralınan üç kıt’aya yayılmış altı
yüz senelik koca bir devleti, korkunç bir İhtiras ve cehalet ile târihin
sinesine gömen, komitacılıktan başka bir meziyeti olmayan, bu bakımdan birinci
derecede mes’ûl kişilerden olan Talat Paşa iktidardan çekilmiş oldu.
Bir sene sekiz ay iki günlük
sadâreti müddetinde memleketin karmakarışık olduğu, herkesin ölüm ve habs
korkusu içinde yaşadığı, can, mal ve namus emniyetinin kalmadığı, İslâm
düşmanlığının moda olduğu, her vilâyette zâlim ve ırz düşmanlarının türediği bir
zamanda, Talat, Enver, Cemâl paşalar ile Dr. Bahâeddîn Şâkir ve Dr. Nâzım ile
birlikte 30 Ekim 1918 gecesi memleketten kaçtı.
Kaçıp giderken halefi İzzet Paşa’ya
bıraktığı mektûbda, mes’üliyetini kabul edip müsâid bir vaziyet hâsıl olduğu
zaman hesâb vermeye geleceğinden ve bilhassa tâyin edilecek cezayı, kemâl-i
cesaretle çekmek istediğinden bahs eden Talat Paşa, Almanya’nın Berlin şehrine
kaçtı. Bir müddet mülteci olarak kaldığı, Berlin’deki apartmanına yakın bir
sokakta, 15 Mart 1921’de Taleryan adında bir ermeni komitacısı tarafından
kurşunlanarak öldürüldü. 47 yaşındayken öldürülen Talat Paşa’nın cenazesi tahnit
edilerek, Berlin müslüman mezarlığında bulunan mescidin altındaki mahzende
senelerce kaldıktan sonra, 25 Şubat 1944’de İstanbul’a getirilerek Hürriyet-i
Ebediyye tepesine defnedildi.
Türk olmayıp çingene ırkından olduğu
hakkında meşhur rivayet bulunan, bu konuda hakkında söylenenlere cevap vermek
için; “Din ve milliyet mes’eleleri sırf kanâat ve telakki mes’eleleridir” diyen
Talat Paşa, tahsili ve tecrübesi olmadığı hâlde Osmanlı Devleti târihinde
alelade bir me’mûrluktan sadrâzamlığa yükselen ilk adamdır. Alman hayranı olan
Talat Paşa, üç paşalar diye bilinen Enver, Talat ve Cemâl paşalar arasındaki
anlaşmazlıklarda, Cemâl Paşa’yı desteklemiştir. Fakat, zaman zaman Suriye ve
Hicaz bölgesinde müstakil bir hükümdar gibi hareket eden bahriye nâzırı Cemâl
Paşa ile de görüş ayrılıkları olmuştur. Hattâ Cemâl Paşa’yı buradan
uzaklaştırmak için teşebbüse geçmiştir.
İttihâd ve Terakkî’nin kuruluşundan,
Mondros mütârekesi sonundaki yıkılışına kadar devam eden, Merkez-i umûmî
saltanatı dönemindeki devletin yıkılmasına ve milletin perişan edilmesine
yönelik bütün hâdiselerde mes’ûliyeti olan Talat Paşa, Meclis-i meb’ûsân reisi
Ahmed Rızâ’nın hatıratında belirttiği gibi, fevkalâde bir komitacı ve bir çete
reîsi idi. Peyâm-ı Sabah gazetesinde Cenab Şehâbeddîn;
“Yırtıcı Kuşlar” başlıklı yazısında, Talat Paşa’nın komitacılığından bahisle;
“O, Sandanski’ye (meşhur Bulgar komitacısı) taş çıkaran bir komitacı idi. Onun
habis bir zekâsı vardı. Ağ örmeğe, tuzak kurmaya, pusuya yatırmaya, harmanyola
çevirmeye müsâid hîlekâr, düzenbaz, kalleş bir zekâ” demiştir.
İsmâil Hami Danişmend de
Kronolojisi’nde; Bâb-ı âlî’ye komitacılık ruhunu sokmuş ve devleti tıpkı bir
Balkan çetesi gibi idare etmiş” diyerek gerçeği anlatmıştır. Dr. Adnan Adıvar
ise, Talat Paşa hakkında; “En hafif tarafı atlatmak idi. Sadrâzamlığı sırasında
bir gün sadâret odasından çıkarken iş için müracaat eden bir adama; “Peki
bayramdan sonra yaparız” dedi. Oysa bayram daha yeni geçmişti. Şaşıran adam;
“Efendi, bayram geçeli bir hafta oldu” deyince; Talat Paşa hiç düşünmeden; “Evet
Kurban bayramından sonra deyiverdi” yazmaktadır.
Sultan İkinci Abdülhamîd Han’ın
tahttan indirilmesinde en büyük rolü oynayan Talat Paşa, İttihâd ve Terakkî
muhaliflerini de birer birer sokak ortasında öldürttü. O Bâb-ı âlî baskınından
sonra sadrâzamlığa getirilen Mahmûd Şevket Paşa’yı öldürttükten sonra, bunu
bahane ederek İttihâd ve Terakkî muhaliflerini İstanbul dışına süren, bu
hâdiseden sonra tam bir terör idaresi kuran adamdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder